Osmanlı merkeziyyetçi bir devlet. Ne kadar? Yok artık dedirtecek kadar. Akla gelmeyecek konular İstanbul’dan ta’kîb edilir. Kuru bir ta’kîb değildir bu. Îcâb etdiğinde derhâl müdâhale gelir. Mevzû her şey olabilir. Her şey…
Kılıcımızın kesdiği günler. Cihân tahtında cihângîrler var. Şarka, garba, şimâle, cenûba nizâm veriyorlar. Kara da bizim deniz de. Vatan toprağı 20 milyon kilometrekareye doğru gidiyor. Aslında o büyük sultanlar sırt sırta vermiş dağların zirvelerini teşkîl ediyor. Kadroları da göz kamaşdırıyor. Zenbilliler, İbn Kemâller, Ebussuudlar, Pîrî Mehmedler, Makbûl İbrâhimler, Sokollular, Hızır Hayreddinler, Piyâleler, Bâkîler, Sinanlar… İslâm dünyâsı onlar eliyle yeniden zirveye çıkdı. Kefere-i fecere onlar zamanında hayâta küsdü.
Osmanlılar coğrafyadan ürkmez, birkaç bin kilometreye birkaç kilometre muâmelesi yapardı. Bizim emirlerimiz burnumuzun dibine ulaşmazken onlar deniz aşırı diyarlarda mum tutdururdu. Kırmızı çizgiyi tehdîd eden herkes silleyi yerdi. Biri beş vakit namazı bırakıp fısk u fücûra mı daldı? Hamamdaki kadınları rahatsız eden bir durum mu var? Katırlara tâkâtinden ziyâde yük mü yüklendi? Aşçılar yemeği tuzlu mu pişirdi? Böreklerdeki et ve soğan dengesi nasıl? Turşucular turşuyu eksik mi verdi? İyisiyle “turmuşunu” birbirine mi karışdırdı? Katır, deve, eşek odunu olması gerekdiği gibi mi? Berberler kâfir başını sildiği havluyu müslümana da mı kullandı? Ya da kâfiri tıraş etdiği usturayla müslümanı da mı tıraş etdi? Acemi cerrâhlar ameliyyât mı yapdı? Değirmenciler değirmende tavuk besleyip halkın ununa, buğdayına zarar mı verdi? Hepsi ve daha nicesi İstanbul tarafından ta’kîb edilirdi. Bitip tükenmek bilmeyen bir cehdle. Hiçbirine aslâ ve kat’â izn verilmezdi. Hâkânlarımız sultan olmanın çok ötesinde idi. Yerine göre baba, yerine göre ağabey oldular. Boşuna mı Osman bey, Orhan bey demişlerdi. Şu hâlde bu roller sonradan ihdâs edilmiş değildi. İlklerden mîrâs kalmışdı.
“Hoca kafandan konuşmayı bırak, vesîka göster” diyenler olabilir. Eğer belgeleri birer birer ortaya koyacak olursak yüzbinlerce cildlik eserler ortaya çıkar. Hiç kimse böyle bir ameliyenin altından kalkamaz. Dolayısı ile biz de. Maamâfîh burada bu bahr-i muhîtden birkaç damla arz edebiliriz.
Uşak kadısına yazılan hükümle başlayalım:
“Hâliyâ Kara-hisâr sancağı yayaları begi olan Mehmed târik-i salât ve şârib-i hamr olub evi dahı mescid civârında olub halk cum’a nemâzında iken kendü meclis kurub fısk itdüği istimâ’ olınmağın bu husûsun ma’lûm olması lâzım olub buyurdum ki:
Vusûl buldukda göresin; mezkûrun ahvâli istimâ’ olınduğı gibi midür, nicedür? Vukû’ı üzre yazub bildüresiz. Hilâf-ı vâkı’ kazıyye arz itmekden hazer idesin.
Mısır beylerbeyine ve kadısına yazılan hükümle devâm edelim:
“Hâliyâ mahrûse-i Mısr’da ba’zı hammâmlar olub öyleden sonra havâtîn tâ’ifesi girüb zikr olınan hammâmlarun câmegânına hammâmcılarun evleri câmegâna nâzır olub ba’zı levend tâ’ifesi gelüb hammâmcılarun evlerinden câmegânda olan havâtîne nazar idüb bu makûle menhiyyât olduğı istimâ’ olmağın buyurdum ki:
Vusûl buldukda, bu bâbda bi’z-zât mukayyed olub ânun gibi mahrûse-i mezbûrede havâtîn girdüği hammâmlarun câmegânına nâzır eger hammâmcı evidür, eger sâ’ir kimesnelerindür, câmegâna nâzır olan eger kapularından ve eger pencerelerinden ve bi’l-cümle nazar ihtimâli olan mevâzı’ı sedd ü bend itdirüb min-ba’d müslimânlarun ehl ü iyâline ânun gibi mahfî nazar idecek yir komayub bu emr-i celîlü’l-kadrümün icrâsında dakîka fevt itmeyesiz.”
Bu emirler kimin? Kânûnî’nin. Avrupalılar’ın ifâdesiyle Muhteşem Süleyman’ın. Biraz da Yavuz Sultan Selîm’e bakalım. Ya’ni babasına. Nereden bakalım? Kânûnnâmelerinden:
“Ve at ve katır ve hımârı na’lsız yürütmeye gözede ve mikdârından artık yük vurdurmaya eslemeyenin kâdî ma’rifetiyle hakkından geleler…”
“Ve aşcıların pişürdigi et çig olmaya ve aşı tuzlu olmaya ve kâseleri pâk ola ve kâse bezi ve sû sâgi pâk ola ve kazanları kalaysuz olmaya ve çanakları eski ve sırsuz olmaya ve belinde fûtası pâk ola ve hidmetkârları kâfir olmaya…”
“Ve börekcileri gözliye koyun eti iki yüz elli dirhem olıcak şorbalu börek iki yüz dirhem ola varaklu börek seksen dirhem ola miyânesi sogan ile olmaya ve koyun etinden gayrî et halt itmeyeler ve soganı çok olub eti az olmaya ve ekser yeri boş olmaya…”
“Ve dahı turşucıların turşusu gözlene turşuyu eksik virmiyeler ve turmuşu eyüsine halt itmeyeler.”
“Ve oduncılar gözlene katır odununun uzunu üçer karış ola ve deve odununun uzunu altışar karış ola ve eşek odununun uzunu iki buçuk karış ola eksik olmaya…”
“Ve dahı berberler gözlene kâfir başın tırâş itdügi ustûra ile müslimân başın tırâş itmeyeler ve kâfir yüzün sildügi bez ile müslimân yüzün silmeyeler bezi ve ustûraları ayru ola.”
“Ve cerrâhlar sanâyi’lerinde kâmil olmadın kimesneye el vurmayalar.”
“Ve degirmenciler dahı gözlene degirmende tavuk besleyüb halkın ununa bugdayına zarar itmeyeler…”
Yukarıdakileri anlamak ecdâdı anlamak olacakdır. Hâlis niyet, temiz kâlb, doğru i’tikâd Osmanlıyı Osmanlı yapan sac ayakları. Diğerleri bunların etrâfında mevzi almış unsurlar. Demek ki atalarımızın sihirli bir formülü yok. Olmayan formülü bulmak yolunda ömür harcamakdan vaz geçmeliyiz. Her şey belli. Her şey yerli yerinde. Bizim kafamız bulanık o kadar. Bugün yeniden doğrulmak istiyorsak sac ayaklarını kontrol edelim.