YOL

A -
A +

Osmanlı kaynakları Orhan Gâzî'yi temiz i’tikâdlı olarak tavsîf ediyor. “Pak dîndi Orhan pak i’tikâd” bu demek. Aslında Türkler bin senedir böyle. Selçuklular çağından beri İslâm âleminin kalesiyiz. Bu dünyâyı yalnızca küffâra karşı değil, dâhildeki haşerâta karşı da savunduk. Selçuklular olmasaydı ehl-i sünnet akîdesi alan hâkimiyyetini kaybedecekdi. Tuğrul Bey’in Bağdad’a girişi beşyüz seneyi doğru i’tikâd lehine kapatdı. Safevîlerin yıkmaya teşebbüs etdiği nizâmı Sultan Selîm Çaldıran’la yeniden sağlamlaşdırdı. Bu da beşyüz senelik bir akış getirdi. Bugünlerde yeni bir te’kîd zarûret hâlini aldı. Fakat her zamankine nazaran sıkıntılıyız. 72 fırkanın dörtnala at koşdurduğu bu demlerde mes’eleyi anlayacak ve tedbîrini düşünecek insan sayısı azdan da az. Ya’nî problem sâdece yan yollar değil. Ana yoldakiler, daha doğrusu ana yolda olduğunu düşünenler de şaşırmış durumda. “Mürşîdi olmayanın mürşîdi şeytandır” buyuruluyor. Benim ne eksiğim var deyip yola çıkanlar daha ilk anda bu bozuk niyetleri sebebiyle kaybetmiş oluyor. Arkasından gelen fâcialara hiç girmeyelim. Geçenlerde biri ma’nâ i’tibâriyle “bin sene önceki bir insana mı tâbi’ olacağız” diyordu. Mezhebden de, müctehidden de habersiz vesselâm…
 
Osmanlıyı zirveye çıkaran sebeblerin başında niyet geliyor. Doğru niyet temiz kalble birleşince dağlar devrildi. Çünki imdâd-ı ilâhî yetişdi. Elbette bu temelin üzerine adâlet, merhamet, kahramanlık, vefâ gibi hasletler de eklenmişdi. Zâten sizi Osmanlı yapan şeyler bu saydıklarımız. Yoksa kuvvet herkesde olabilir. Nitekim Hitler’de, Stalin’de, Churchil’de, Roosevelt’de vardı. Lâkin yeryüzünü yakıp yıkmakdan başka bir işe yaramadı. Kendi memleketleri dâhil hiçbir ülkeye huzûr getirmedi. Mağlûblar da gâlibler de kaybedenler safındaydı. Tabîî bunu anlayabilecek çapları yokdu. Bu yüzden nefes alıp verirken işi fark etme imkânı bulamadılar. Mümkin olsa da bugün her birine mikrofon uzatıp sorabilsek: Acabâ neyi ne kadar kazandınız?
 
Almaya şartlanmış kafalar bâbü’s-saâdenin yolunu bulamaz. Helâl harâm ayırmadan “gelsin” diyenler atalarımızın caddesine çıkamaz. Ne diyordu Fâtih: “…kimesnenün bir hâbbesi bir pulı, benümçün de olursa, ziyâde alınmalu olmaya…” Yine aynı sultânın hiç kimsenin incitilmesine de tahammülü yokdu: “…kimseyi incidmeyüb satun-aldukdan sonra satan kimesneleri hakları talebiyçün yalvartmayub eglemeyüb bâzârhânede akçaların sâhiblü sâhibine vere, kimesneyi rencîde etmeye…” Rencîde edene ne yapılır? Açık söyleyelim hiç de iyi şeyler yapılmaz. Cevâbı yine kaynakdan alalım: “…azlile komazım, itâb-ı azîme müstahık olur…” Ne ise ki Fâtih’den bahsediyoruz. Eğer bu pâdişâh Dördüncü Murad olsaydı “başın gerek ise” derdi… Veyâ: “…yohsa cânından ve başından usandın mı?” diye sorardı. Zannetmeyin ki bu en şiddetli tehdîd. Bakın bir başkasında nasıl kükrüyor: “Peygamber rûhîçün seni ek ek doğrarım…” Ve yine: “…vallâhi sizi eşedd-i ukûbet ile öldürürüm…” Elbette bunlar işini savsaklayanlar ve doğrulukdan ayrılanlar için vârid olan tehdîdler. Aynı yoldaki buyruklarından bir diğerine bakalım: “Re’âyâ vü fukarâyı görüb gözedesin. Zerre kadar nâ-ma’kûl evzâ’ını duyarsam elimden kurtulamazsın…” Mühim olan zulmetmemek diyor. Polonya’yı bir başdan bir başa alıp bana versen ne ma’nâsı var: “Fukarâ ü zu’afâyı eğer sipâhî ve eğer za’îm ve eğer yeniçeri akçesiz bir nesnelerin alalar, ceddim rûhîçün bütün Leh memleketin bana alıvirsen makbûlüm olmaz.” Doğrulukdan ayrılmayana çok vefâlıdır: “Mâdem ki doğru olasın, Allah şâhiddir emânımdasın…”
 
“Diyâr-ı şarkda tebdîl-i âyin-i şeri’at-i Muhammediyye ve tağyîr-i mezâhib-i millet-i Hanefiyye ve izhâr-ı şi’âr-ı ibâhat-i ilhâdiyye ve iş’âr-ı mezheb-i şî’a-i bî-asliyye ve buğz-ı Hulefâ-i Râşidîn ve hased-i e’imme-i mürşidîn ve şetm-i sahâbe-i güzîn iden”ler karşılarında Osmanlı’yı buldu. Çünki ecdâdımız "sâhib-i mezheb-i millet-i bâhire ve zâhib-i me'âsir-i sünnet-i zâhire su'ltâni'l-ulemâi'r-râsihîn üstâd-ı eimmeti'l-müctehidîn câmi'u'l-usûl ve'l-fürû' muhakkıku'l-ma'kûl ve'l-mesmû' müfti-i ehli'l-yakîn ve rehnümây-ı dîn-i metîn ve mübeyyin-i şer'-i mübîn imâmu'l-enâm ve'l-ümem allâme-i fühûli'l-Arab ve'l-Acem İmâm-ı a'zam hazretleri"ni rehber edinmişdi…
 
Artık bütün bunların ışığında yolumuzu da tavrımızı da ta’yîn etmek işden bile olmasa gerek!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.