Aziz Yıldırım Bey geçen sezonun sonundaki Yüksek Divan toplantısında, aynen şöyle demişlerdi: "İstesem ben de 50 milyon avro harcar takımı şampiyon yapardım. Ama sonra kulüp batağa giderdi..." Yani Galatasaray'ın darbesini böyle savuşturmaya çalışmıştı. Karşılık mı? Alkış tufanı... Ya şimdi ne diyecek Mali Genel Kurulda? Öyle ya, 20 milyon zamla, 70 milyon avro harcadı bu defa, ve de bir başka ezeli rakip Beşiktaş malı götürdü. Amaaan yahu ben de neyin hesabını yapıyorum. Yine bir gürler ve de genel kurulu alkıştan ortalığı inletir. Ya sonrası? Hani derler ya kamuoyunda; Allah Fenerbahçe'yi korusun! Siz üyelere de sağlam avuçlar versin!
Son umut muydu?
Futbol Federasyonu Doping Kontrol Kurulu (adı böyleymiş galiba) tuttu, Beşiktaş'ın şampiyonluk ilanına iki gün kala Ümraniye'yi basıverdi. Hakkı mıydı? WADA, maç önü, maç sonrası olmasa da, her zaman kontrol yapabilirsin, hatta ‘yap’ diyor... Tamam da, düne kadar aklınız neredeydi acaba? Bu kurulun en üstündeki isme bakıyorum, onu sanki Anadolu Yakası'ndaki bir yerden tanıyorum... Peki, yaptınız tamam... Aynı gün aynı saatlerde Beşiktaş'la yarışan diğer takımın oyuncularına neden gitmediniz? Öyle ya, kurul iki kişilik değil... Galiba ona yakın üstat hekimi var... Yoksa son umut operasyonu muydu bu?
Hoş geldin Ersun Yanal!
En azından Avrupa'da benzeri olmayan bir modelle, bugün ekranda yorumcu-yarın teknik direktör, bugün teknik direktör-yarın ekranda yorumcu düzeni yeni bir ürün daha verdi. Ersun Yanal, Lig TV'yi bırakıp Trabzonspor'a döndü. Hayırlı olsun! Şimdi papatya falına bakacağız. Neden mi? Acaba ne zaman, hangi ekrana döner yorumcu olarak? Pardon bitmedi. Acaba şimdi hangi teknik adam yorumcu olarak Şansal ve Tümer biraderlerin yanına oturacak? Yaşasın alaturka model!
Galatasaray ne arıyor?
Soruya cevap tabii ki teknik direktör olacak. Tamam da, hangi türden? Yerli mi, yabancı mı? Maç maç giden mi, sezonluk düşünce sahibi mi, gelecek hazırlayıcı mı, bol keseden isteyici mi, yoksa idare edici mi? Acaba böyle bir derin araştırma, yoklama yapıldı mı? Ben ortada geçen isimleri okuyup, duyunca hiç ihtimal vermiyorum böylesine derin bir araştırmanın yapıldığına... Ama şunu açıkça ifade edeyim; bugün zorla beşincilik kovalayan takım gelecek sezon başka türlü kötü durumlara düşer. Kupa da kurtarmaz sizi...
Tembihli miydiniz, yoksa?
Arena'da Cüneyt Çakır, Ülker'de Alper Ulusoy... Tamam... Ama o da ne Cüneyt Hocam? Beck kendi bölgesine süratle dalan rakibi kolundan çekip indiriyor. Faul ama kart yok... Quaresma adeta doğruyor rakibi, hem de arkadan, bırak sarıyı kırmızı bile olur... Ama hiç kart yok... Gelelim Kadıköy'e... Gençlerli oyuncu hava topunu rakibe hiç bir santim bile dokunmadan indiriyor, hem de kollarını yana açarak, bir başka oyuncu vuruyor gol yapıyor. Karar mı? Şey var, iptal! Volkan Şen ceza alanı içine süratle dalan rakibi arkadan sırtına yüklenerek itiyor, devam... Acaba diyorum, "Yahu, bu çekişmenin son maçı gibi... Hani, kendi sahaları da... Bırakalım doğrasınlar da, başımıza iş almayalım" anlayışı mı?
Basketbolcunun yayıncıya dersi!
Fenerbahçe-CSKA maçının spikeri ve yorumcusu hakkındaki eleştirilerime, karşılaşmanın ertesi günkü yazımın daha girişinde yer vermiştim... Demiştim ki, futbolu katlettiniz, bari basketbolun yakasından düşün! Neyse... Maç sonrası, hem de sıcağı sıcağına, beş yabancı Dixon, Sloukas, Datome, Kalinic, Udoh ve yerli Melih verdikleri görüşlerinin tek bir yerinde dahi hakem lafını etmediler. Hatta o kelimenin harfine bile dokunmadılar. Ki, teri döken onlar, 21 sayıdan gelip yakalayan onlar. Sizin gözünüz ve kafanızda olsalardı neler neler söylemeleri gerekmez miydi? Aldınız mı dersinizi?
Şu yanlıştan dönün artık!
Beşiktaş'ın yıldızları tartışılırken bizim hakiki meslektaşlar aynı yanlışlarını sürdürüyorlar. Mesele mi? Sevgili dostlar; profesyonellik 1959'da değil 1951'de ilan edildi. O sizin 1959 dediğiniz deplasmanlı Türkiye Ligi'nin başlangıcıdır. Beşiktaş, 1956-57 ve 1957-58'de Federasyon Kupası'nın kazanmıştı. O sezonki İstanbul liglerinde Fenerbahçe ve Galatasaray şampiyon olmuşlardı. Rahmetli Cenk Koray'ın hamlesi ile kupaya İstanbul dışı takımlarının da katıldığı gerekçesiyle Beşiktaş, Türkiye işi olayı kazandı diye ülkeyi Şampiyon Kulüpler Kupası'nda temsil etti. O iki yıldız da oradan geldi.
Cenk'e son darbe!
Beşiktaş'ın şartlar sebebiyle tarihte özel bir yer edinecek şampiyonluğunu bir kere daha kutlayalım. Yönetimin duruşunu, Şenol Güneş'in futbolculuk ve teknik adamlık ötesinde bir öğretmen oluşunu, dolayısıyla takım oyuncularının sanki bir derslik duruşunu övelim. Ancak son maçta Cenk'in bitime 1,5 dakika kala oyuna alışını da eleştirelim. Maç 3-1 olmuştu. Acaba bir on beş dakika önce düşünülemez miydi bu eylem? Ya da hiç oyuna sokmadan daha az kırılamaz mıydı bu golcü centilmen?