Sanki adettendir; bayram günleri bu başlıkla bir şeyler karalamak... Tercüman Gazetesi'ndeki 21 yılın içinde edinmiştik bu adeti... Hani fena da olmazdı... Daha doğrusu, o bir daha yaşanması mümkün olmayan günlerde Tercüman çıkmaz, Gazeteciler Cemiyeti'nin Bayram Gazetesi çıkardı. Bu nedenle de, okurdan Ramazan'da 2, Kurban'da da 3 gün ayrı kalacak olmanın önlemini yukarıdaki başlığı taşıyan yazı ile almaya gayret ederdik. Sonraları Günaydın Gazetesi'nin yıllarca uğraşıp bir türlü beceremediği ama, Sabah Gazetesi'nin başardığı "ihanet" gerçekleşti ve gazetecinin yılda sadece beş gün yapabildiği bayramı güme gitti. Artık gazeteler bayramlarda çıkacak, bizim cemiyetin en ciddi gelir kaynağı Bayram Gazetesi de tarihe karışacaktı. Hatta en son sayılardan birinde de o devrin cemiyet başkanı, ustam Necmi Tanyolaç'ın isteği üzerine spor sayfasını ben düzenlemiştim. İşte o günlerden bugünlere geldik. Nasıl mı? Açık ve net söylemek gerekirse, son derece sağlıksız, ciddi biçimde itibar kaybetmiş olarak... Allah'a şükür ki, bu tatsız gelişim içinde hiç olmadım. Ama ne yazık ki, özellikle de benim branşım sporda, basın, ciddi biçimde itibar kaybetmiş, horlanır olmuş, ama buna karşılık, ne gariptir ki, daha fazla kazanç elde etmeye başlamıştır. Böyle bir basın döngüsüne dünyanın hiç bir yerinde rastlamak mümkün değildir. Yani hem kaliteniz olmayacak, hem de kalitenin olduğu dönemden daha fazla kazanacaksınız. Peki, bu tuhaf gelişmenin nedeni nedir? Hiç kuşkusuz, basında patron profilinin değişmesidir. Holdingler, bankalar, büyük şirketler, gazete, daha sonra da bağlantılı olarak televizyon sahibi olmaya başlayınca kalite kaybolmuştur. Eş - dost furyası alabildiğine yoğunlaşmış, benim bildiğim, tanıdığım kadarı ile ofis boylar, getir - götürcüler, daha şef olması bile tartışılacak sıradan muhabirler müdürlük seviyesine taşınmışlar veya paraşütle indirilmişlerdir. Dolayısıyla yalan, düzmece haber modası bir virüs gibi spor medyasını sarmıştır. Doğru, ama sansasyon oluşturmayacak haberi, ilk zamanlar "Bu da haber mi? Verin şu daktiloyu", sonraları "Kalk şu bilgisayarın önünden" tarzıyla yalana çevirerek han-hamam sahibi olmuş müdürler hâlâ aramızda dolaşmaktadılar. Ve de işin en acısı, patron veya onun temsilcileri bu tip gazeteciyi "Vallahi en iyi yalanı falanca yazıyor, hemen, transfer de ödeyerek kapalım" yarışına girişmişlerdir. Bu, meslekle hiç bağdaşmayan tutum, patronaj profilinin değişmişliğinin en açık yansıması olarak görülmüştür. Çünkü patron artık işe büyük sermaye yatırmış ve bunun karşılığını da, yalan, dolan, ne olursa olsun alacaktır. İnsan onuru ile oynanmış, kulüp yıkılmış, milli takım zarar görmüş, dolayısıyla ülke sporu baltalanmış kimin umurundadır ki... Gelsin para... Önemli olan artık budur. Oysa eskilerde, patronlar en iyi, en güzel gazeteyi yaptırıp, satışı arttırmak, gelen kârla da daha iyi gazete yapmak üzere bir döngü kurmuşlardı. İşte buradan bakınca, Aziz Nesin'in işaret ettiği toplumun nasıl ortaya çıktığı da açıkça anlaşılabilmektedir. Değerli okurlar; benim ölçülerimde, yani meslekte 35 yılını doldurmuş bir gazeteci olarak, eskilerin gazeteciliğinin, tanınmış gazeteler olarak değerlendirmeye alırsak, sadece Cumhuriyet ve Türkiye'de yaşamakta olduğunu görmekteyim. Buralara kimse paraşütle inmez, indirilmez. Benim branşımla ilgili, koca Abdülkadir Yücelman Cumhuriyet'te, adam gibi adam Sadık Söztutan da Türkiye'de sporu yönetmektedirler. Gelsin günümüzün müthiş patronları, diğer spor müdürleriyle bu iki müdürü, şayet varsa yürekleri, bir kıyaslasınlar bakalım. Kimler makam arabalarına, sekreterlere, villalara lâyıklar, kimler değiller... Mübarek Ramazan Bayramınız'ı bir kere daha kutlar, sağlık, mutluluk ve bol kazanç dilerim. Keşke bu bayram da gazeteler çıkmasaydı da, bu yazıyı bayramdan bir gün önce yazsaydım. Ama nerdeeee benim o gerçek gazeteciliğin yapıldığı bayramlarım, nerdeeee?