"İhanetin büyüğü küçüğü olur mu?" diyeceksiniz ama, Futbol Federasyonu Genel Kurulu'nun iptâli sözkonusu olunca, ihanetin başına bir büyük sıfatı koymak geldi içimden. Ankara'daki acı haber İstanbul'a ulaştığında, bundan 25 sene öncesine gidiverdim birden. Hatta belki biraz daha öncesine... Sevgili Necdet Çobanlı ağabey, uluslararası üne sahip meslektaşım Togay Bayatlı ve o günlerde bütün Dünya Kupaları ile, bütün Avrupa Futbol Şampiyonaları içinde oluşan FIFA ve UEFA kongrelerinden eksik olmayan bendeniz, Türkiye'deki futbolun Batı standartlarına nasıl erişebileceği konusunda insanüstü mesailer vermiştik. Bu kongrelere katılışımızda, kulislerinde dolaştığımızda, futbolda özerk davranmayan kalmadığını görmüş olmak, bizi kahrederdi. Ve o özerk futbol adamları da bize hep şu soruyu sorarlardı: "Bugün bizi yeni federasyon başkanınızla tanıştırdınız. 2 sene sonraki kongreye acaba kimi federasyon başkanı olarak getireceksiniz?" Utanır, sıkılır, kızarır, bozarır yani cevap vermekte güçlük çekerdik. Hiç unutmam, 1980 İtalya'da yapılan UEFA kongresinde toprağı bol olsun, o dönemin UEFA Başkanı Doktor Artemi Franchi, Togay Bayatlı'yla bana şu soruyu sormuştu: "Bugün Şenes Erzik diye geleceği parlak gibi görünen bir genci UEFA Gençler Komitesi'ne alıyor gibiyiz. Biraz önce emekli bir paşayı bana federasyon başkanı olarak tanıştırdınız. Gelecek kongrede başkan olarak, bir başkası karşıma çıkarsa Şenes Erzik'in geleceği kararmaz mı?" Tabii, soruya kaçamak cevaplar vermek mecburiyetinde kalmıştık. Erzik girdiği komiteden basamak basamak sıçrayarak bugün çok önemli yerlere gelirken, rahmetli Turgut Özal'la birlikte UEFA'da gördüklerini, yaşadıklarını Türkiye'ye de uyarlayabilmek adına büyük çabalar sarfetmişti. Türk sporunda ufukları genişleten gerçek anlamda Türkiye'ye sporda çağ atlatan rahmetli Özal, Ankara'da benim de içinde bulunduğum 15 spor müdürünü Başbakanlık Konutu'nda topladığında heyecandan elimiz ayağımız titremişti. Çünkü açılan ve tartışılan konu, Türkiye'de futbolu politikanın elinden kurtarıp, özerk bir konuma kavuşturmanın konusuydu. Dolayısıyla artık futbolumuz, mahkeme köşelerinden de kurtarılmış olacaktı. Uzatmayalım oldu da... Ama 25 Haziran 2004, Türk futbol tarihine bence en kara gün olarak geçmiştir. 1992'de 3813 sayılı yasa ile kurtulan ve dünya arenasında iyi işler yapan Türk futbolu 12 sene sonra yeniden mahkemeye düşürülmüştür. Bunu yapanları lânetliyorum. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğüne kastedenlerle, futbolun genel kurulunu mahkemeye düşürenler arasında hiçbir fark yoktur. Bu erteleme ile Türkiye'deki bütün kulüpler büyük bir maddi sıkıntı ve bunalım içine itilmişlerdir. Futbol 12 yıldan bu yana hiç böyle bir kaos yaşamamıştır. Bunu yapanlar, bu kongre yeniden yapılıp bittikten sonra Türk sporundan silinmelidirler. Kararı veren sayın hakim de mesele benim şu ana kadar yazdıklarım genişletilerek anlatılmalıdır ki, o hakim de gece rahat uyuyabilme şansına kavuşabilsin. Ve edindiğim bilgiye göre futbolu mahkemeye düşüren G.Birliği'nin bir yöneticisi imiş. Eğer sayın İlhan Cavcav, bu işte pay sahibi ise, derhal Türk futbolunun içinden çıkmalıdır. Yok, şayet olayla bağlantısı yok ise, bu kimse Ankara'nın en büyük meydanında Türk futboluna teşhir edilmelidir. Acım gerçekten büyüktür. Benim gibi, yukarıda özetlemeye çalıştığım gelişmeler içinde küçük veya büyük pay sahibi olanların da aynı acıyı çektiklerini hissediyorum. Futbolumuzu mahkeme koridorlarına yeniden taşıyanlara lânet ediyorum.