A.Gücü ile F.Bahçe'nin her ikisi için de önemli bir viraj arzeden buluşmasının futbolu yok, sonucu ise sadece iki oyuncuya aitti. F.Bahçe'nin eldeki geniş potansiyelden eksilmiş kadrosu da top yapmada, hücum ve savunma organizasyonlarında takım gibi olabilme, takım gibi oynayabilme niteliklerinden yoksundu. Savunmadan gelişigüzel yükseltilen toplar, orta alandaki etkisiz pas gevezeliği F.Bahçe'yi dün akşam da Van Hooijdnok'un hünerlerine bağlı bir konuma sokmuştu. Tuncay'ın oraya buraya attığı ama kendini yormaktan öteye geçemeyen bilinçsiz deparları, Rebrov'un saklanarak oynayışı Selçuk'la Ümit'in biraz kesicilikten öteye geçemeyişleri herşeyi Van Hooijdonk'un omuzlarına yüklemişti. Hollandalı futbolcu, 20 yıldır vermediği ağır mesainin altına böylece doğuştan F.Bahçeli gibi F.Bahçe'de giriyordu. Ölü topların tamamlayıcısı, ölü topların kullanıcısı olmakla kalmayan Van Hooijdonk, kale içinden top çıkarmak, orta sahadan top taşımak, gelebilenlere duvar olabilmek gibi sanki yarım takımlık oyun oynuyordu. A.Gücü takımı ise Rıza Çalımbay'dan da galiba çok büyük fayda sağlayamayacak. F.Bahçe'nin zayıf taraflarını belli ki kavrayamamış, rakibine göre bir oyun planlayamamıştı. F.Bahçe'nin en büyük zaaflarının başında gelen orta sahasının rakip tarafından fazla adamla kullanıldığında çöktüğü gerçeği yerine Rıza Çalımbay takımını bir de uzun toplara yönlendirmişti. Hele hele, kalesinde kaleci olmayan takımda renkli kazaklı bir çocuk durunca A.Gücü'nün yapacağı çok fazla bir şey olamazdı. Olmadı da... Sonuçta; Van Hooijdonk, Oğuzcan'ı yendi. Yani bu F.Bahçe-A.Gücü maçı değil, işte böyle iki kişilik bir düello idi sadece.