Ne gurur verici değil mi? Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, şahsında kutladığım bütün birimleri adına, bana faks göndermiş. Aynen şöyle: "48 yıl aradan sonra FIFA 2002 Dünya Kupası finallerine katılan A Milli Futbol Takımımız'ın futbolcularına, teknik heyetine ve federasyonumuza, mesajınızla vermiş olduğunuz destek, takımımızın elde etmiş olduğu dünya üçüncülüğü derecesi ile taçlanmıştır. Cumhuriyet tarihimizin en büyük toplumsal olayı olarak kabul edilen A Milli Takımımız'ın başarısı, yüce Türk ulusuna armağan olsun." Size de armağan olsun sayın başkan! Siz de, bu ülkenin kafayı yemiş, sabit fikirli kalemlerine karşı vermiş olduğunuz mücadele ile bunu hak ettiniz. Benim de bir gramcık tuzum olduysa, bu dünyada başka ne bekleyebilirim ki?.. Ersun Yanal'ın dehşetli açıklaması! Ersun Yanal hoca, geçtiğimiz hafta bir televizyonda tüylerimi diken diken eden bir açıklama yaptı. Aynı açıklamanın bütün televizyonlarda ekrana getirilmesi gerekirdi ama, birilerine dokunur diye korkudan sakladılar. Neyse ben burada yeniden gündeme getireyim de... Ersun hoca şunları söyledi: "Genç futbolcumuz Okan'ı satmayı düşünmüyoruz. Ama bazı kulüpler Okan'ı huzursuzluk çıkarması için yönlendiriyorlar. Böyle sportmenlik dışı davranışlara asla izin vermeyeceğiz. Her şeyden önce geleceği olan bir futbolcuyu dejenere etmeye yönelik bu davranışların son bulmasını diliyoruz." Uff! Dünya üçüncüsünün ülkesindeki anlayışa bak! Helâl olsun Ersun hoca! Sabaha kadar arkandayım. Gerekirse, belgesi ile kulüp ismi de açıkla... Açıkla ki, herkes herkesi daha iyi tanısın... Bayraklar nerede? Milli Takım yarı finale kalınca, ülkenin her tarafı Türk bayraklarıyla donatıldı. Üçüncülük sonrası da aynı tabloyu gördük. Ama ne var ki, Milli Takım'ı karşıladıktan bir gün sonra bayraklar yok oluverdi. Neden? Lig şampiyonu olanların bayraklarını günlerce, aylarca dalgalandırıyorsunuz da, ülke bayrağını neden çabuk sandığa koyuyorsunuz? Yoksa siz de bu dereceyi içine sindiremeyen, oralarda rezil olmamızı bekleyen "İrlandalılar'dan mısınız?" Bu ülkenin bayrağı, o muhteşem başarıyla orantılı olarak, belki de yeni futbol sezonu başlayana kadar asılı kalmalıydı. Bu rezalete göz yumulamaz! Mâlûm gazete Sabah, güya Milli Takım'ın zaferinin perde arkasını yazdı. Aman Allahım! Neler neler olmuş... Hakan Şükür, Ogün'ü, kadroya kendisi milli olma rekoru kırsın diye aldırmamış. Aynı Hakan Şükür, Okan oynasın diye de Tayfun'u kadrodan postalatmış... Kafaya bak! Allah'tan, aynı gazete, kendisi kaleci oynamak için Rüştü'yü de kadro dışı bıraktıracaktı ama, Şenol hoca razı olmadı diye yazmadı. Vallahi bunu da yazarlarsa hiç şaşmam! Her sabah bir Sabah alın, alın ki geceniz erken başlasın! Nevzat Demir diye biri Nevzat Demir'i çok eski tanırım. Gazeteci - yönetici, ya da gazeteci - kulüp taraftarı ilişkilerinin çok ötesinde aramızda bir kardeşlik, dostluk, gerçek arkadaşlık sıcaklığı vardır. Sayın başkan Bilgili beni de tesislerin tanıtımına çağırdı. Sağolsun! Ama gidemedim. Önce Bilgili'den, sonra da Nevzat'tan özür diliyorum. Nevzat, gerçek kulüpçülük ne demek onu ispat etti. Yani yönetime bulaşmadan, tutkunu olduğun camiaya eser sunmak... İşte örnek sportmen budur... Sevgili Nevzat, Ümraniye borcumu ödeyeceğim. Bunu bil! Sayın başkan Bilgili, Allah her başkana çok çok Nevzatlar versin! Devlet bunu yedi mi? Üç büyükler, hafta içinde kendilerine ve bazı kolay kananlara göre, müthiş bir çıkış yaparak, basketbol ve voleybolda artık bundan böyle görünmeme kararında olduklarını açıkladı. Sebep? Bu ekonomik koşullarda, geliri olmayan sporlara yatırım yapılamaz. Dolayısı ile de müessese kulüpleriyle yarışılamaz. İyi, güzel... Peki, düne kadar genel kurullarınızı ikna edip, şu veya bu firmanın sponsorluğunu neden almadınız? Olmadı. Olamazdı da... Çünkü, falanca büyüğün başına veya sonuna "X" eki takılamazdı. Bu, tarihe ihanet demekti. İşte şimdi açık gerçeklerle karşı karşıya kalındı. Ancak gerçek sebep bu mu? Bence çok şüphe kaldırır. Acaba diyorum, şu vergi borçlarına karşılık bir tehdit miydi? Beşiktaş da baktı ki, vergi borçları affa uğrarsa aradaki farkı alamayacak, bari ben de katılayım dedi. Vallahi, adı geçen sporlarda zaten varlığınız tartışılır halde idi. Bundan sonra olmazsanız ne olur ki?.. Zaten müessese kulüpleri de, hiç bir dönem, üç büyüklere rakip olmak için yatırım yapmadılar ki... Onların politikası bambaşka... Varsın, basketbol da, voleybol da üç büyüklersiz devam etsin. Aslanlar gibi Darüşşafaka, İTÜ, Kolej gibi bu ülkenin eğitim yuvaları da var... Hem oralarda, futbol fanatizmine saplanmışlık da yoktur. Daha da hayırlı olabilir. İspanya'ya "kariyerli" hoca! İspanya Milli Takımı Teknik Direktörü, bir zamanların ünlü sol kanat oyuncusu Camacho istifa etti. Yerine kim gelebilirdi sizce? Tabii ki; kariyerli bir hoca!.. Koca İspanya bu... Başkası düşünülebilir miydi? Gele gele, İnaki Saez isimli müthiş tanınmış, kariyerli (!) bir isim geldi. Şayet, ilk defa duyulan böyle bir isim Türkiye'de telaffuz edilseydi, kıyamet kopardı. Erman Toroğlu, Hıncal Uluç ve Kâzım Kanat gibileri ortalığı savaş alanına çevirirlerdi. Çoook ama çoook akıllı televizyon sorumluları da onları ekrana çıkararak, ya da aynı düzeydeki gazeteler sütunlar ayırarak bu fikirlerini halka sunarlardı. Sonrası mı? Mâlûm... Halk isyan eder, cevabını gerektiği gibi verirdi. Bak; Taksim Meydanı... Haaa az kalsın unutuyordum; bu Saez, daha önce Real Madrid, Barcelona falan gibi ekipleri çalıştırmış mıydı? Ya da bakalım, milli takımdaki icraatından sonra bunlardan birine hoca olacak mı? Kafaya bak be! Sanki balkabağı... De Felipe kim? G.Saray, Brezilya'dan De Felipe diye bir, bize göre meçhul bir adam transfer etti. Bize göre diyorum, çünkü adam Brezilya'nın en büyük futbolcularından biridir. Bakın bu De Felipe'nin bizle bağlantılı bir hikâyesi var. Löw, F.Bahçe'ye geldiği sezon, Real Madrid'le Brezilya'nın Corinthians takımları arasında kıtalararası final oynandı. O maçta Felipe "6" numara ile oynadı. Ben de Löw'e rastladığımda çok beğendiğim bu oyuncuyu sordum. Löw, ne yazık ki, maçı izlememişti. Sonra eski milli futbolcu Ercan Aktuna ile karşılaştık. Sanki söz birliği etmiş gibi aynı anda "6" numara dedik. Neyse... Ertesi sene, Terim hoca, Brezilya'ya oyuncu bakmaya gittiğinde, ilk olarak Felipe'ye uzandı. O günlerde Felipe sakattı. Terim hoca, kulübe gittiğinde Felipe düz koşu yapıyordu. Terim hoca talip oldu, ama vermediler. Terim, bunu bana, Brezilya'dan ayağının tozu ile geldiği TSYD ödül töreninde anlattı. Sonra da Fiorentina'ya götürmek istedi aynı oyuncuyu Terim... Yine olmadı. Şimdi ise Felipe G.Saray'da... Ama sanırım ki, fazla da durmaz... Zaten Terim hoca olmasaydı, G.Saray Felipe'yi o paraya alamazdı. Beklentim o ki, Felipe'nin bu ülkede en az 5 bin özel taraftarı olur. Zaten Felipe, son şampiyon Brezilya'nın ideal onbirindeydi. Grup elemelerinde de oynadı. Ancak, Scolari ile ters düşünce Dünya Kupası'na götürülmedi. Yenilikçi hoca! UEFA, yani Avrupa Futbol Birliği, bizim şu kariyersiz, karizmasız, yanlış ceketli, ayıp kravatlı Şenol Güneş'i, kupanın en yenilikçi hocası seçmiş. İtalyan spor basını da UEFA ile aynı görüşü paylaşmış. Kafalardan biri doğru, biri yanlış ama hangisi? Bizimkilerinki mi, onlarınki mi? Neyse... Şimdi asıl mesele şu; Milli Takım'daki görevi bitince Şenol Güneş'e nasıl iş bulacağız? Vay anam vay! Allah'tan Şenol'un öğretmenliği var!.. Biraz ciddileşelim. Şenol hoca, basın toplantısında bu ülkenin medyasına öyle bir felsefe dersi verdi ki, aman Allah! Ne kadar Şenol aleyhtarı spor yazarı ve onların dümen suyuna takılmış köşe yazarı varsa, hepsi tuş oldu.