Kemal Abi'nin haftalığı

A -
A +

Bu derbiyi ben sevdim! Beşiktaş-Trabzonspor maçı çoğu futbol meraklısı için bir "dan-dun oyunu" idi... Ama bence, iki Türk takımının bugüne kadar ender rastladığımız biçimde bir mücadelesini izledik. Amansız karşılıklı pres, blokların birbirlerine veya planlandığı şekilde kullanmayı yasaklama gibi Batı normlarına tanık olduk bu maçta... Böylesine bir atmosferde oynamaya alışık olmayanlar da, teknik kapasitelerini nasıl kullanacaklarını da bulamadılar. Maç pozisyonsuz bitti denilebilir ama, bu olguyu Avrupa Kupası maçlarında da sahaya getirebilseydik, ülke futbolunu G.Saray'ın kamburu olmaktan kurtarırdık. Reha'nın yerine Erman mı? Ben de hâlâ soruyorum; Reha Muhtar'ın yerine bir başka meydancı bulabilecekler mi diye?... Buldular işte... Bizim FIFA kokartlı, futboldan gelme futbol, pardon, hakem yorumcumuz Errman Toroğlu'nu şimdi tam anlamıyla meydancı yaptılar. Kaç paraya bilmem ama, insan hiç o kadar yıllık - bize göre değil ama en azından kendine göre - kariyerini rezil eder mi? Allah bizlerden uzak tutsun! Yeşil ışık Cordoba! Ben herkesten önce bir isim takayım dedim, Beşiktaş'ın kalecisi Cordoba'ya: "Yeşil ışık Cordoba..." Sezon başı hazırlık maçlarında televizyondan, sezon başladıktan sonra da canlı olarak izlediğim bu kalecinin, hatırlarsınız, bu sütunlarda çok önceden Beşiktaş'ı yakabileceğini dile getirmiştim. Ama, Beşiktaş'ın hazırlık kamplarını takip eden bizim spor yazarları var ya, işte onlar bu kaleciyi "Büyük" ilân etmişlerdi. Açın bakın gazete arşivlerine... Yok efendim topu mükemmel oyuna sokuyormuş... Alın işte... Bir de demezler mi, bu Cordoba, Mondragon'dan iki kat daha iyi kaleci diye... İşte, kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmazmış diye boşuna söylememişler... Hep derim, Beşiktaş'ın en büyük rakibi medyadaki kalemşörleri ve televizyondaki papağanlarıdır. Geçen sezon Göztepe'yi kümede bırakan ve yedinciliğe yükselten kaleci Majdan'ı almayan zihniyetin iflâsıdır bu... Hah işte, Alaattin'e kalmış! Alaattin Metin kardeşim, her zaman söylerim, nesli tükenmiş sıkı muhabirlerden biridir. Belki de şu anda bizim meslekte kalmış iki - üç kişiden biridir. Ama Alaaattin futbol yorumu yaptığında bir gün doğruyu bulamamıştır. O zaman yapmayacaksın. F.Bahçe için bu defa da, "Lorant kalmalı ve sistemi değiştirmelidir. Dörtlü savunmaya geçmelidir..." demiş... Peki, Alaattin, sen bu sistemin ne olduğunu biliyor musun? Haa, bir de şunu vurgulayayım; bu dörtlü alan savunması lâfını bu ülkede Parreira, F.Bahçe hocası olduğu günlerde ilk eden benim... Fatih hocayla da birlikte öyle... Şimdi bakıyorum da, herkesin ağzında, "Dörtlü alan savunması..." Ah, bir de çalışmasını, şekillendirmesini, gereklerini, ilkelerini, prensiplerini, felsefesini bilseniz... İlhan Mansız'ın medyaya dersi! İlhan, Almanya'da tedavi olurken, Sabah'a öyle bir açıklama yapmış ki; medyanın ne olduğunu yerlere sermiş... Demiş ki İlhan: "İlhanmania medyanın eseridir. Beni Dünya Kupası'nda çabucak yıldız yaptılar. Sonra da şımardı dediler. Ben, kurban olarak ne ilk, ne de son olacağım." İlhan, seni alnından öperim... Böyle bir düşünce ve görüş zenginliğine, eskilerin Arap Yusuflar'ı, Yılmazlar'ı, bugünün Sergenler'i, Yusuflar'ı da sahip olsaydılar, ya da olsalar, futbolumuz büyük kayıplardan kurtulup, büyük kazançlara geçerdi. Diyorum ya; böyle bir medyayla G.Saray ve Milli Takım'ın elde ettikleri başarılar resmen birer olağanüstülüktür. Parayla saadet olur mu Osman bey? Güreş Federasyonu Başkanı Osman Şansal, göreve gelir gelmez, düne kadar konuşulmamış "para" bir anda öne çıkıverdi. Ben de dedim ki, bu iş parayla olmaz... Hele hele güreşte hiç olmaz... Geçenlerde serbestte bir altın, iki bronz kazanınca hemen başarı olarak gösterilmişti. Ben de demiştim ki, değil... İşte grekoromen... Koca Hamza gitti... Koca Şeref gitti... Ercan Yıldız da öyle... Sadece bir altın... Ben Osman beyin yerinde olsam, akla, çağdaş düşünmeye daha fazla yönelirim... Tek santrforlu G.Saray! Hıncal bey ve avanesi mâlûm spor yazarları Milli Takımlar Teknik Direktörü Şenol Güneş'i, Dünya Kupası'nda takımı tek uç adamı ile oynattığı için yerin dibine sokmuşlardı. Eee, şimdi G.Saray, Moskova'daki maçı öyle oynadı... Neden tık yok? Hem Fatih hocadan korkarlar, hem de bilgileri o kadarcık da ondan... Fatih hocadan da döver falan diye değil, adamın bilgisizlik ipini çekiverir diye... Hadi, bağırsanıza, tek santrforla oynanır mı diye... Büyük takıma büyük kaleci! Benim ve futboldan ciddi biçimde anlayan herkesin ortak bir görüşü vardır; büyük takıma büyük kaleci gerekir... Trabzonspor da bu eksikliğin acısını yıllardır yaşamaktaydı. Ama bu Petkoviç ilaç oldu. Geçen sezon Trabzonspor büyük azap çekerken bunu defalarca yazmış, televizyonda da söylemiştim... Kalesinde sağlam adamı olan takımın diğer bütün elemanları da daha öne doğru düşünürler... Bunlar şimdilerde açık açık görünmeye başladı Trabzonspor'da.... Haa bir de şu var; iyi kaleci öyle hoplayıp zıplayan tarzında olmaz... Yan toplara hakim, sakin, plonjonu ancak gerekli hallerde yapan, iyi yer tutan kaleci büyük kalecidir. Bu Petkoviç'i kim bulduysa, Trabzonspor, ona çok şey borçludur. Nouma anlaşılıyor mu? Lucescu, Fransız futbolcuyu maça öyle mükemmel bir zamanlama ile sokuyor ki, tam not veriyorum. Ama Nouma'nın, rakibin yorulduğu, organizasyonun yavaş yavaş bozulduğu bu bölümlerde bile yapacağı bir şey olmuyor... Adam hasta... Buna bir de Beşiktaş'ın mâlûm seyirci kitlesi inanmıyor. Ama ısrarcı olunmaya devam edilirse ve de başta başkan Bilgili tavizde süreklilik gösterirse bu işin sonu karanlıktır. Washington'un adresi! F.Bahçe, AIK maçında ilk yarıda müthiş tempolu ve kolay pas yapabilen bir takım idi. Bunda Washington'suz oynamış olmanın büyük rolü vardı. Rakibin birbirinden uzak kalmış geri bloku ile orta alanı arasına iyi top kullanan çabuk adamları sokarak F.Bahçe bunu başardı. Ama Kadıköy'de oynanacak her maça da Washington gereklidir. Çünkü orada kimse bu iki bloku birbirinden bu kadar uzak tutmaz... Şimdi burada F.Bahçe teknik heyetinin maharetini göreceğiz bakalım... Zorunlu açıklama ATV'De Faik Çetiner, mâlûm Oğuz - İlyas meselesi ile ilgili bir açıklama yapmış. Programı ben izleyemedim. Demiş ki, "Bir zamanlar Tercüman'da müdürüm olan, bizi buralara hazırlayan bir ağabeyimin konu ile ilgili çok ağır bir yazısı çıktı. Ona hiç yakıştıramadım..." Sen misin diyen, ertesi sabah telefonlarım susmadı. Herkes, Tercüman adını duyunca Faik'in üstü kapalı eleştirdiği kişinin ben olduğumu sanmış. Öyle ya, Faik'in üstünde en çok emeği bulunan kişi benim... Araştırdım ve gerçeği öğrendim. Faik'in yüklendiği kişi Öcal Uluç'muş... Zaten ben Oğuz - İlyas meselesi ile ilgili bugüne kadar ne tek satır yazdım, ne de söyledim. Hayırlı programlar Faik... Bakın, Ümit Davala ne demiş! G.Saray'ın jokeri Ümit Davala'nın geçtiğimiz hafta sonunda bazı gazetelerde şöyle bir demeci çıktı: "G.Saray olarak ülke puanını tek başımıza aynı yerde tutamayız..." Bu demeç her gazetede yoktu. F.Bahçe ve Beşiktaş amigolarının yönettiği gazeteler Ümit'in bu sözlerine fena halde içerlediklerinden koymamışlardır. Kalıbımı basarım... Şimdi Ümit'in, gerçekleri apaçık ortaya koyan demecine gelelim... Gerçekten de bu ülkenin futbolunu Avrupa haritası üzerinde G.Saray tek başına taşımakta ve gururla temsil etmektedir. Milli Takım'ı da büyük zaferlere taşıyan G.Saray'ın ta kendisidir. Her Türk futbolseveri, hangi takımın sempatizanı olursa olsun, G.Saray'a hakkını teslim etmelidir. Her yıl bir veya iki takımı fazladan Avrupa kupalarına çeken G.Saray, bu işi bir de az parayla yaparak, her şeyin parayla çözümleneceğini sananlara da bir başka ders vermektedir. Hâlâ anlamamakta ısrar edenler var... Mesela başta spor basınının yüzde 75'i... Böyle büyük bir aleyhte orana rağmen G.Saray hâlâ bunu başarabiliyorsa, bir başka madalya daha hak etmektedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.