Bak Sabah, 25 Eylül... Sabah Gazetesi'nin 25 Eylül 2002 tarihli sayısının 18. sayfasında yan yana bir köşe yazısı, diğeri de haber olmak üzere iki yazı vardı. Bunların sporla ilgisi yoktu. Bunu hemen söyleyeyim... Ama biz bu köşede sıkça ülkenin genel meseleleri hakkında bir şeyler karalıyoruz. Şimdi gelelim 25 Eylül günkü Sabah Gazetesi'ne... Mehmet Tezkan köşesinde şöyle bir başlık atmış; "Almanya'da solculara, Türkiye'de İslamcılara..." Yanında da Savaş Ay kardeşimin müthiş bir araştırma sonucu ortaya çıkan haberi var. Şöyle: "Seksek çağında, seks köleliği..." Yani, Almanya seçimlerinde oy kullanan Türkler solculara oy vermiş, ama aynı kişiler Türkiye'ye gelince İslamcı partilere oy veriyorlarmış... Hiç böyle şey olur muymuş... Eeee, bir ülkede seks köleliği varsa, seks yaygın biçimde sokaklarda, gece kulüplerinde 15 yaşına kadar inmişse, düzeltme adına oy verilecek adres de Almanya'daki gibi olmuyor tabii... Bu gazetenin 25 Eylül sayısının 18. sayfası aslında bir ibret vesikasıdır. Bütün 28 Şubatçılar'a duyurulur. Sabah'ta Spor Yazarı araştırması! Yine Sabah'tan bir araştırma... Spor yazarı - yönetici ikilemi çözülmeye çalışılıyor. Sağdan soldan görüşler alınıyor. Erman Toroğlu da yazmış. Demiş ki "Vıcık vıcık..." Doğrudur Erman... Televizyon müdürleri F.Bahçe'nin teknik direktörünü belirleyecek ve kulübü bu yüzden 100 milyon dolar borca atacak kadar vıcık vıcık... Kim mi? Sen çoook iyi bilirsin... Bugün medyada hâlâ iç çamaşırlarını bile Ali Şen'e borçlu olup, utanmadan arkasından sallayan kıyamet gibi müdür, yazar, programcı var... Bunları da bilirsin Erman... Bugün, haber atlama korkusu ile saatlerce inanılmaz bir trafik içinde birbirleriyle haber check eden, dolayısıyla gazetecilik mesleğinin yüz karası sözümona muhabirler var. Bunları yetiştiren, bunlara bu yolu gösteren müdür sayısı bir hayli fazla... Gerçekten de vıcık vıcık... Erman, isim yaz... Korkma! Bugün, spor sayfalarında patronların yakınları, holding, banka yöneticileri, iş adamları, spor servislerini yemeğe götürme, eğlendirme karşılığı köşelerine kurulmuş yazarlar var... Vıcık vıcık Erman... Kemal Belgin, İlker Ateş, Turgay Renklikurt ikinci sınıf basın tribününde İrlanda-Türkiye maçını izlerken, asıl basın tribününde koltuğuna kurulmuş Duygu Asena, Faruk Bayhan gibi sporla ilgili olmayanların oluşturdukları tabloyla içimiz sızladı. Vıcık vıcık Erman! Yaz ama, yaz... İsim ver! Veremezsen ben veririm... Yaz Erman yaz! Dünya Basketbol Şampiyonası için koca Hürriyet'in yazar olarak hangi etekliyi anonsladığını yaz Erman! Sanat - kültür editörlerinin palavra atmayı ve sahnede oynarcasına spor ekranlarına çıkartıldığını, ya da gazete sütunlarına oturtulduğunu yaz! Yaz ki, ne cıvık cıvık olduğu ortaya çıksın.. Hıncal Uluç da tutmuş, dinozorlar gençlerin önünü kesiyor diye... Sonra da Mehmet Ali Kışlalı dönemini örnek göstererek, kendinin büyük işlere ancak 40 yaşından sonra imza attığını belirtiyor. Sence daha iyi, daha doğru değil mi? Deneyimsiz gençlerin ekranlarda, gazetelerde ne yanlışlar, ne hatalar yaptıkları ortada... Saçmalık diz boyu... Uçmayı öğrenmeden uçmaya kalkanın çakılacağını bilmene rağmen, bu defa da kendi kendini inkâr etmişsin... Vallahi bravo! Elazığ'dan son ders mi? Kim bilir F.Bahçe'nin teknik adamları, bu son Elazığspor maçını tekrar tekrar izleyip, çağdaş futbol anlayışının ne olduğunun farkına varırlar. Hadi diyelim ki, Feyenoord Hollanda takımı idi... Yani uç bir örnek... Eee, Elazığspor ne? Kağıt üzerindeki değeri belki de F.Bahçe'nin aylık elektrik, su, doğalgaz gideri ama, sahadaki konumu çok pahalı idi... Sakın kimse F.Bahçe'de bu oyunu oynayabilecek kadro yok demesin. Var da, onu bizlere sunacak teknik patron var mı? Yahu Allah aşkına, bir maçlığına olsa, şu libero denen zat-ı muhteremi işsizlikten kurtarıp, bir öne çıkarın bakalım... İddia ediyorum, stadı terk eden F.Bahçeliler, maç kazanılmasa bile, "Bizim takım, takım oluyor galiba" diyerek geleceğe umutlu bakacaklardır. Yıldırım çakmaya hazırlanıyor! F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın, AIK maçından sonra başta Ali Şen olmak üzere, elindeki listede ismi bulunanlara bindirmeye hazırlandığını öğrendim. Listede kimler yokmuş ki... En çarpıcı olanı da, 9.Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e ricada bulunacakmış, Aziz Yıldırım... Ne için mi? Ali Şen'e, Aziz Yıldırım'ın ne iş yaptığını anlatması için... Neden Kenan Evren? Eh, Sayın Şen'le paşam kapı komşusu değiller mi? Sanki bulundu gibi! Bu köşemizi, sayfayı hazırlayan Mazlum ustayı sıkıştırmamak adına Pazartesi akşama kadar tamamlamak gibi bir kural koydum kendi kendime... Zaten Hasan Sarıçiçek de, "Abi, e-mail at" deyip duruyor. Ama teknolojik özürlüyüz. Bilgisayarı daktilo olarak kullanmaktan öteye geçemedik. Faksla geçtiğim yazılarımı alıp, sisteme atan bütün servis arkadaşlarıma bir kere daha teşekkür ediyorum. Ne yapalım, biz Necmi Tanyolaç, İslam Çupi ekolündeniz... Neyse, bu yazıyı da Brugge maçından önce yazıyorum. Fatih Terim hocayı Barcelona maçında çift uç adamı ile oynadığı için eleştirdim. Ve de dedim ki, Brugge maçı da tek uç adamı ile oynanırsa sistem işler. Ben bunları düşünürken, hoca da orta alanı düşünüp duruyordu, belli ki... İstanbulspor maçının ikinci yarısının bir bölümünde Batista, Suat, Ayhan, Ergün biçimde bir dörtlü çıktı karşımıza... Ve sanki, sakatlıklar, cezalar dışında, aranan orta alan buydu... Ya böyleyse, ileride iki adama forma kalıyor... İşte bu zor! Düşünebiliyor musunuz, Fatih hocanın günlerini, saatlerini, dakikalarını, saniyelerini... Ümit Karan, Arif, Hasan Şaş, Felipe, Baliç ve Christian... Beşte iki... Hocalık zor be! Hele hele Terim gibi en mükemmeli arayan için... Sıradan hoca olmak acaba daha mı geçerli? Efes'le Ülker'e alkışlar! Bir gazetede okudum. Efes'le Ülker, televizyon gelirlerini başta Üç Büyükler olmak üzere, diğer takımlara pay edecekmiş. Yani, bu doğrultuda gelirin geleceği yere, ya da federasyona bilgi verilmiş. Şaştım, gözlerim yaşardı. Bu ülkede, sporun her hangi bir branşının gelişmesi yolunda, hem de bu devirde böylesine bir özveride bulunmak kolay mı? Demek ki, Efes'le Ülker'in bu ülkenin basketboldaki lokomotifleri olduğunu boşuna yazmamışız. Şimdilik böylesine inanılmaz bir çözüm üretilmiştir. Ama daha başka yollar da denenmeli, bununla yetinilmemelidir. Daha doğru bir deyimle, devlet ve de en önemlisi Üç Büyükler kolları sıvamalıdır. F.Bahçe Başkanı Yıldırım, geçtiğimiz Pazar basketbolun önemli isimlerini toplayıp, ilk adımı attı. Öyleyse haydi! Lucescu'nun kurnazlığı! Bir de baktık ki, Beşiktaş, 19 Mayıs Stadı'na beklenenin dışında bir takımla çıktı. Tayfur, Yasin, onların önünde Sergen ve Pancu, ileride de Ahmet Dursun... Bu Lucescu, tam anlamıyla futbol kurnazı... Ağır elemanlardan kurulu böyle bir orta alanla, topu kendi daha fazla tutacak, bu oyuncuların ağırlık özellikleriyle maç kendiliğinden vites kaybedecekti. Bu gerekliydi. Çünkü A.Gücü yüksek tempoyla oynadığı zaman rakiplerini çökerten bir takımdı. Ama A.Gücü çöktü. Çünkü Lucescu maçın vitesini 2.5'a kadar düşürmüştü. Ekranlardaki komik adamlar Vallahi inanılmaz... Barcelona, lig maçında Real Betis'e 3-0 yenilince, ekrana çıkan müthiş otoriteler, Barcelona'nın öyle ahım şahım bir takım olmadığını vurgulayıverdiler. Ve de sanki G.Saray'ı böyle bir takıma yenilmekle küçültmeye çalıştılar. Bu, resmen elmalarla armutları toplayıp, çıkan sonucun armut mu, elma mı olduğunu kestirememektir. Yahu otorite arkadaşlar; R.Betis'le G.Saray'ın başka başka takımlar olduğunu bir bilin bakalım önce... İki takım arasında Barcelona ile oynanırken planlanmış oyunların farklılığını ortaya koyun... O zaman belki de, doğru yolu bulursunuz. Size bir şey daha soracağım otorite dostlar; "Geçen sezonki G.Saray, Nou Camp'da 2-0'dan 2-2'ye yakalandı. Bu sezonki G.Saray orada yenilirse, geçen sezonki G.Saray, bu sezonkinden daha muhteşem bir takım mı olacak?" Nouma'ya insanca davranalım! Pazartesi sabah bir gazetede okudum. Nouma, gözlerinden rahatsızlanmış. Öteden beri söylüyorum, Beşiktaş taraftarı artık insancıl yanını ön plana çıkarıp, forma fanatizminden vazgeçmelidir. Çünkü bir Nouma sahada kalırsa, buna hepimiz üzülürüz. Peki ne olacak? Hiiiiiç Nouma da, diskotek arkadaşlarının yanına çıkıp, sahadaki meslektaşlarını alkışlayacak. Hepsi bu! Terim hoca kime salladı? Terim hoca, Barcelona maçından sonraki bir basın toplantısında "Medyadaki gerçek dostlarımı tanıdım. Daha doğrusu, medyada bana dost gibi görünenler ortaya döküldü" demiş. Haklıdır. Ben de eleştirdim. Ama sadece çift santrforla oynamanın Barcelona karşısında hata olduğunu vurguladım. Bu görüşüm, Barcelona kendi liginde sonuncu da olsa değişmez. Sanırım ki, ben hocanın işaret ettiklerinden değilim. Mehmet Barlas nerede? Yine biraz spordan çıkalım... Mehmet Barlas, bu ülkenin nesli tükenmeye başlamış kalite gazetecilerinden biridir. Şimdi Akşam'da başlamış... Hayırlı olsun! Bilgi edinmek, ufuk genişletmek adına Barlas okunur kalemdir. İlk yazısında "Çocukluğumun gazetesi" diye bir başlık atmış. Gerçekten de, Malik Yolaç'ın patronajındaki Akşam, bizim de yavaş yavaş misket oynamaktan kafayı kaldırıp, başka meselelere daldığımız dönemin büyük gazetesidir. Günümüz Akşam'ının da çıkışında spor servisinin sorumluluğunu Necip Kapanlı dostumla birlikte yüklenmiştik. Ama şunu ifade etmek de, 35 yıllık bir gazeteci olarak sorumluluğumuzda olmalıdır; nerede o Akşam, nerede bu Akşam? Arada tonlarca ağırlık farkı var, Yolaç'ın Akşam'ı tarafına... Sen ne yaptın Ersan? Ersan Çelik'in, TV-8'deki icraatları, bir zamanların yaramaz çocuğunun törpülenmiş, olgunlaşmış ve iyi program yapar konumuna gelmiş görüntüsü idi. Ben de bunu gördüğümden, Dünya Kupası sırasında bir-iki programa katıldım. Zaten patron, yeğeni Serdar, genel müdür Turan dostlarımızdır, kıramayız. Amaaa, geçen Pazar izleyeyim dedim ve beynimden vuruldum. Nerede Ersan'ın o, bir buçuk yıldır yaptığı Pazar programları, nerede bu maskaralık... Ben Duygu Asena ile Hıncal'ın geyik muhabbetini dinlemek zorunda değilim, Ersan... Bir menopozları ile andropozlarını tartışmadıkları kaldı... Pazar akşamları ben, salt spor isterim. Bu fikir seninse, yukarıdaki tarifimden çıkarsın. Yok, senin değil de başkasınınsa, "Olmaz" de... Çünkü TV-8 benim bildiğim kadarıyla, ciddi bir kanaldır. Yazık! Demek ki, bu ülkede TRT dışında ciddi hiç bir ekran kalmayacak... Olmadı sayın başkan! Tam bizim köşenin işini bitiriyordum, Kıbrıs'tan tatsız bir haber ulaştı. Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy'la, Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş, Oğuz Dizer yüzünden birbirlerine girmişler. Üzüldüm. Tamam; başkan kiminle arkadaşlık yapacağını, kiminle dostluk kuracağını Şenol'a soracak değil... Ama en azından hoca ile bu meseleyi kafa kafaya kapalı kapılar ardından tartışsaydı. Sonra başkanın Şenol hocanın medyadaki garip insanlarla arasının çok iyi olmadığını da en iyi kendisini bilir. Dünya üçüncüsü bir takım hocasını, ben olsaydım, kimselere yedirmezdim. Oğuz Dizer'le meydana gelen sürtüşmenin kaynağını da doğrusu çok merak ediyorum. Herkesin bir hesabı oluyor da... Hani, milli maçlar arifesinde iyi olmadı, değil mi sayın başkan? Sen gene bir daha düşün! Bu cezayı siz ödeyin bakalım! F.Bahçe taraftarı, hakemin peş peşe yaptırdığı anonslara rağmen, küfüre devam ettiği gibi, bir de sahaya yabancı madde attı. Oldu mu şimdi? Ya seyircisiz maç, ya da başka bir kente marş marş... Yazık değil mi? Bu, yaklaşık 400 - 500 milyarlık kayıp demektir. Sonra Aziz Yıldırım'a müracaat... Eee, darphanenin sahibi Yıldırım değil ki...