Kemal Abi'nin haftalığı

A -
A +

Devenin nalı ve Ertuğrul Özkök! Böyle derler; birinin anlattıkları palavraya yakın ise ya da çok abartılmışa benziyorsa... Hani güzel de deyimdir. Efendim; geçtiğimiz hafta içinde gazetelerde, F.Bahçeli Yusuf'a Espanyol, Anderlecht, Marsilya ve Kaiserslautern'in talip olduğu haberi yer aldı. Tam anlamıyla devenin nalı... Kimdir bu palavraları sıkanlar? Bu palavraların sahipleri, futbolumuzu kemirmeye çalışan sıradan, bilgisiz tam anlamıyla "Aracı" sözüm ona menajerler mi? Bunlara dur diyecek bir makam yok mu? Yetmiyormuş gibi, Hürriyet'te bizim yetiştirme Sadi Kemal de, Abdullah'a Lazio'nun talip olduğunu yazmış. Destur! Yahu, Lazio'da şu 15 gün içinde iki defa izlediğimiz sol kanat oyuncusu Abdullah'ı da sırtına alıp oynar... Bunları nasıl yazıyorsunuz? Kim bu yalanları size uçuruyor?.. Yahu biraz hassas ve mantıklı olun! Bu yalanları kimsenin yemediğini de bilin! Sonra Ertuğrul Özkök, "İletişim Fakülteleri'nde bize düşman yetiştiriliyor" buyurmuşlar. Biz istesek de istemesek de öyle oluyor beyefendi... İsmail, İsmail dur artık! Bizim İsmail Er, Hürriyet'te Lazio maçı sonrası kritik yazmış. Eh, Kanat Akkaya, Ercan Saatçi'nin yazdığı yerde İsmail'in anasının ak sütü gibi helâl... Ama İsmail'i, Sergen ve benzeri hayâl tacirlerinin hayranlığından kurtaramadık. İsmail demiş ki: Sergen, istediği gibi koşan, pas alışverişi iyi olan futbolcular olsa, kim bilir neler yapacak?" Tabii Beşiktaş takımında Sergen de ötekiler gibi koşabilse, pres yapabilse çok iyi olacak... Yani Zidane gibi falan... Artık koşmadan oynayan yıldız futbolcu kaldı mı? Bir de şunu sormak gerekir: Sergen'in istediği gibi koşmak ne demek? Hiç, koşmayan biri, koşma modeli sunabilir mi? Antik kafaları bir türlü 21. yüzyıl gerçeklerine döndüremedik gitti... Ahmet Ayık'tan yanayım! Dünya minderlerinin gördüğü ender güreşçilerden Ahmet Ayık iyi dostumdur. Bu satırları dostum olduğu için değil, gerçekleri yansıttığı için yazıyorum. Ahmet demiş ki; Güreşi bitirdiler. Şimdiki dönem, doping dönemi... Doping mi değil mi, Ahmet kadar bilemem ama, güreş iyi gitmiyor. Bu bir gerçek! Parayla herşeyin halledileceğinin sadece ve sadece sporda yerinin olmadığını hâlâ anlayamadılar. Ahmet'e kulak verin, ey güreş camiası ileri gelenleri... Luce'yi de mi yaktılar? Lucescu, bana göre, bu ülkeye gelmiş en iyi üç teknik adamdan biridir. İcraatları ve aldığı sonuçlar ortada. Ama Lazio maçının takım kurgusu ve oyun felsefesini çözemedim. Zaten Beşiktaş da çözemediği için 10 dakikada elendi. Acaba birileri mi yanılttı Luce'yi? Hani şu, Roma'daki maçtan sonra, "Biz bu Lazio'ya İnönü'de fark atarız" falan diyenler mi acaba? Yoksa, "Bu hoca yüreksiz... Elinde bomba gibi forvetler var, yüklense, yıkar geçer" gibi çağın futbol olgusunda hiç yeri olmayan düşünce sahipleri mi? Ama Beşiktaş'a yazık oldu. Hasan Şaş'ı oynatmayan düşünce! Hasan Şaş, hiç kuşkusuz, bu ülkenin Batı standartlarındaki oyuncularının başında gelmektedir. Sürati, bu süratini sergilerken kullanabildiği tekniği, çabukluğu ve rakip sahaya topu çok çabuk, süratli taşıması ile vazgeçilmezler sıralamasında da ilk üçe girer... Ama gelin görün ki, kulübü ile sözleşme imzalamaya yanaşmadığı gerekçesiyle ki, bu onun demokratik hakkıdır, G.Saray formasının içine girememektedir. Ne komik değil mi? Bu yasak, yönetimin mi, yoksa Terim'in mi, onu da keşfetmek zordur. Dikkatimi çeken bir unsur var; o da, Hasan'ın Malatya ile oynanan kupa maçı ve Elazığ oyunlarında sahaya sürülüşüdür. Yani, hafif veya önemi ikinci derece olan oyunlarda... Yahu bu ne saçma bir düşünce... Sen Hasan gibi bir oyuncuyu bulmuşsun, adam geleceğini düşünür... Hay, tahmin edemeseydim! Okurlarım ve de televizyonda yaptığım programları izlemişler, çok iyi anımsayacaklardır. Bir gün gelir, F.Bahçe taraftarı birbirine girer. Bu da gerek kulüp bünyesinde, gerekse sporumuzda büyük ve ciddi yara açar demiş ve yazmıştım. İşte, ne yazık ki, oldu... Bu hazin tablonun ressamlarının kim oldukları da açık ve net bir biçimde ortada... Şimdi bu ortamı eski günlerin müthiş tek sesli korosuna dönüştürmek de aynı ressamların görevi, hatta sorumluluğudur. Aksi halde, giderek yaygınlaşan ve modern çizgiyi zorlayan ülke genelindeki futbol hamlesi, büyük falan tanımaz olduğundan, sıfatlar kolayca değişebilir... F.Bahçe düzelir mi? Sokakta, toplu taşıt araçlarında, ders verdiğim fakültede, yani uyku saatlerimin dışında hep şu soruyla karşı karşıyayım: "Bu F.Bahçe'ye ne oluyor. Düzelir mi? Düzelirse, nasıl?" Peki, ne cevap veriyorsun derseniz... Diyorum ki: "Tesisleşme, müesseleşme ve yatırım konusunda ciddi işler becermiş başkan, sporda, ağırlıklı olarak da futbolda çağdaş düşünen, araştıran, ufku Türkiye'nin dışında şekillenmişlere danışsa, bununla da yetinmeyip duyduklarını hayata geçirse, işler düzelir... Ama o, Sergen, Ortega gibi palavralara cüzdan boşaltıp, sonra da kahroluyor. Hatırlarsınız, iki ay önce yazmıştım. Demiştim ki: "Bu Rebrov'la Vladimir'i, çıplak gözle seyretmiş bir F.Bahçeli Allah'ın kulu teknik adam varsa, bir daha futbol konuşmam..." Biri çıkıp da, ben izledim diyemedi... Çünkü izlememişlerdi. Dünya takımı olmayı hedeflemiş bir zihniyet, ekran görüntüleri, kaset aldatmacaları, futbolcu eskisi ama, o yıllarda kalmışlar tavsiyeleri ve menajer pohpohları ile mi oyuncu almalıdır? Cevabı bulun, kazanın! Terim'den korkan medya! Sakın ola ki, G.Saray'ın, Elazığspor maçında çok iyi bir futbol ortaya koyduğunu sanmayın. Tabii bana göre... Ama Terim hoca, Denizlispor maçından sonra, "Bizi eleştirenlerle başka başka maçlardaydık, herhalde... Biz iyi oynadık" demişti ya... İşte o sebeple, Elazığspor gibi kısıtlı bir kadrosu bulunan küme düşme adayının, net beş pozisyona girdiğini, ikinci yarının hemen hemen tamamına yakınını G.Saray'dan daha diri, daha etkili olarak oynadığı gözden kaçırmışlar galiba... Ya da Terim korkusu... Ne bileyim yani... Yarın bir yerlerde bir kötü sonuç daha çıkarsa, o zaman yazacağınız bir şey kalmaz. Kalmadı da zaten... Gençler ne kadar da ciddi! Okurlarım çok iyi hatırlayacaktır, daha sezon başlamadan yazmıştım; bu sezon üç büyüklerin sıralamasını G.Birliği bozabilir diye... Papatya falına bakmamıştım. Sadece Ersun Yanal'ın daha önceki icraatlarıyla, aynı takımın bir önceki sezonu tamamlayışını hatırlamıştım. Ve de bundan 8-10 hafta önceki köşemde de "Gençler'i ciddiye alsanız iyi olur" diye vurgu da yapmıştım. Ve de böyle bir sezon başı iddiasını ortaya koymuş bir spor yazarı olarak gururlu, ülkede üç takımdan bir başkasının şampiyonluğa oynayışından da mutluyum. Ve de ufukta şampiyonluk tacının renginin tarihimizde hiç görmeye alışık olmadığımız bir renkle karşımıza çıkacak gibi bir hali de var hani... Fikstüre baktım da, yani hiç rağbet etmediğim kağıt üzerinde, işin ciddiyetini daha çok farkettim. Acaba Beşiktaş'la G.Saray da fark ettiler mi? İngiltere maçına doğru Milli Takım kampa girdi. Yurt dışındaki oyuncularımızın tamamı, Allah'a şükür, sapasağlam geldiler. İçeridekilerden F.Bahçeliler'in dışındakiler formda gibi... Şenol'un kafasındaki takımı biliyor gibiyim. Takımlarında, yani bizim ligde çok eleştiri alanların, bir bakacaksınız ki, milli maçı çok iyi oynadıklarını göreceksiniz. Eee, Okan, Tugay, Emre orta alanının önünde Yıldıray... Köprü sağlam... O halde bir yakadan bir yakaya geçmek de sorunsuz olur. Çok şerefli Türk spor basını! Bu kadarı da olmaz be! Hadi, futbolu gece bırakıp, ertesi sabah köşe sahibi olanlara alıştık... Yönetimlerde görev yapıp, istifa ettikten sonra yorumcu ve yazar ahkâmı kesenlere de... Patronların akrabası, müdürlerin yakınlarına da... Teknik direktörlükten şutlandıktan sonra, yeni bir yere kapaklanmanın medyada görünmekten geçtiğini keşfeden üstün zekâlılara da... Ama, restoran sahiplerinin, avanta yemek karşılığı yazdığı devirlerin başladığını bilmiyorduk. TSYD Başkanı Onur Belge kardeşim bak kim yazmış bu defa... Habertürk diye bir yeni gazetenin, 24 Nisan Pazartesi günkü sayısında, 21. sayfada hem de dokuz sütun manşete, bir balık restoranının sahibi F.Bahçe için ahkâm kesmiş... Vallahi de, billahi de... Gazeteyi saklıyorum. Cuma günü, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki, Spor Yazarları ve Spor Tarihi dersimde öğrencilerime göstereceğim. Ertuğrul Özkök bey; işte size bu yüzden düşmanlar yetişiyor. Yoksa bizim öğretim görevlileri veya üyeleri olarak yaptığımız bir şey yok.... Aynı gün yeri geldi iki defa aynı hedefi vurduk. Ne yapalım yani... Trabzon da geliyor, başkaları da... Trabzonspor'un cezalı maçının geniş özetini izledim. Müthiş bir tempo, bu temponun içinde hayli dengeli bir pres... Dörtlü alan savunması... Bütün çağdaş futbol izlerine Trabzonspor'da rastlamak mümkün... Yeni yeni gençler... Samet, uzun yıllardır uykuda bulunan ve her şeyin para ile yapılabileceği yanlışına kendini kaptıran Trabzonspor'u selamete doğru taşıyor. Bir de savunmanın göbeğine şöyle bir Uche ile Högh bulabilse... Malatyaspor'la G.Antepspor'u da bekliyorum. Fazla da beklemeyeceğim galiba... Gerisi mi? Denizlispor ortada, diğerleri baş aşağı... Penaltılar güme gitti! Mutlu Çelik, pardon Mutsuz Çelik, Elazığspor lehine açık ve net görünen bir penaltıyı vermedi. Zaten işi de bu... Zor günlerde sıkıntılı insanlara yardım... Selçuk Dereli de, Cordoba'nın rakibini itişini es geçti. Ama Ronaldo'nun yaptığını çaldı. Onu babam da çalardı. Önemli olan diğerini görebilmek. bu arada yardımcılara penaltı ikâzı yapmak yasaklandı mı? Bülent Yavuz bir bilgi verse de, öğrensek diyorum... Beşiktaş'ın asıl derdi! Beşiktaş'ın, ya da Lucescu'nun asıl derdi nedir? Bence takımda süratli, çabuk düşünüp, çabuk oynayan, hem tekniği iyi, hem de fizik kapasitesi yüksek ön liberoların bulunmayışıdır. Yine de Beşiktaş savunması bu kadar uzun süre ayakta kaldı ya, helâl olsun! Yoksa, yerli oyuncuların problemleri falan bunlar ikinci plândadır. Yani Beşiktaş sezon sonunda taç giyer mi, giymez mi bilemem ama, gelecek sezon için takımın bu bölümüne ciddi takviyeler yapması kaçınılmazdır. Sinan diye biri! F.Bahçe'ye gol attığı için yazmıyorum. O pozisyonu auta da atabilirdi. Ama Altaylı Sinan, galiba, benim her zaman alternatifsiz diye yorumladığım ve şu anda İngiltere'de kendini arayan kardeşimin yerini alacak kıvama doğru ilerliyor. Sinan'ı, takımını kazandırması yolunda çalıştırmaktan sonra, büyük oyunculuğa doğru taşıyabilmek için çalıştırmalıyız. Rakamın futbolda işi ne? Luis Van Gaal adlı Hollandalı hocayı bir yerde takık kaldım. O da, tüm maçı elinde kağıt kalemle izlemesi... Yani istatistik tutması... Bir teknik adam maçın bir saniyesini dikkatinden, gözünden kaçırsa, tüm bir sezonu bile olumsuz etkileyebilir. Ama gelin görün ki, bizim spor basınının ilkeli, nesli tükenmişleri arasında bulunan Zeki Çol kardeşim de, TRT'deki her programında, gazetede yazdığı her yazısında istatistikler veriyor. Yapma Zeki! Dün 50 pasla bir gol bulamayan bir takım, yarın iki pasla 3 gol atar... Basketbolda tutuyorlar. Çünkü bu sporda hücum ve savunma çeşitlemeleri hemen hemen belirli sayıdadır. Ama futbolda öyle mi?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.