Avrupa'nın çağdaş dörtlü alan savunmasına dayalı sistemini en yüksek pas yüzdesiyle kullanan bir numaralı takımı Barcelona, G.Saray'dan o kadar çok korkmuştu ki, belki de yıllar sonra ilk defa adeta çakılı beşli savunmaya başvurmuştu. Liberolu ama gömülmeden oynayan ortada bir üçlü kurmuşlar, kanatlardaki adamlarını da kendi yarı sahalarına adeta çakmışlardı. Kluivert'i tek olarak ilerde bırakıp, Overmars desteğini kullanmayı plânlamışlardı. Buna karşılık G.Saray kendi ön liberolu klasik dörtlü alan savunmasının önüne Fleurquin, Hasan Şaş ve Berkant'la kurduğu hücuma dönük orta alanının ucuna Arif'le Ümit Karan'ı çift santrfor olarak kullanma yürekliliğiyle sahaya dizilmişti. Ama ne var ki, maçı mutlaka kazanma olgusu, G.Saray'ın yüzde yüzlük pozisyonlarda ayaklarındaki heyecan prangası oldu. Barcelona savunmasının önüne kadar çok kolay top getirebilen G.Saray buradaki pas seçimlerinde ve de driplingle, çalımla adam eksiltmede, genelde seçimlerini doğru yapamadı. Ümit Karan'ın boşalmış kaleye göndermediği top ve de talihsizce yenen golden sonra yine Ümit Karan'ın kaleye girmekte olan topunun çıkarılışı Ali Sami Yen'de uzun yıllardır ilk defa dolaşan şanssızlığın markajıydı sanki... Barcelona'yı grubun en zayıf ekibi olarak gösteren Türkiye'nin kafayı yemiş futbol otoriteleri korkaklıkla Lucescu'yu suçlayacaklarına Barcelona'nın hocasına aynı yakıştırmayı yapsalardı daha doğru olurdu. Sonuçta, G.Saray erozyona uğramış ve de ismi, değil kendi ülkelerinde, kendi mahallerinde bile bilinmeyen yabancılarıyla büyük iş yapmış, en azından canavarların bulunduğu bir gruptan çeyrek finale çıkma finali oynamıştır.