Ben son yıllarda, özellikle İstanbul'a düşen Avrupalı takımlar arasında hiç bu kadar eleman yetersizliği yaşayan bir yabancı takım seyretmedim. Önce, bu özelliği vurgulayayım da, maçın analizine sonra geçeyim dedim. Bir tek, F.Bahçe oyuna çıkarken, yakaladığı topla golü yapan takım kaptanı futboldan nasibi olan eleman olarak göründü. Panathinaikos'un diğer oyuncuları ise soyunma odasında otomatize edilmiş, yani kurulu birer oyuncak olarak zemberekleri boşanana kadar hemen hemen hiç alan değiştirmeden, statik bir futbol anlayışı içinde gözüktü. Böyle bir yabancı takıma, kadrosunda 5 kıtadan milli oyuncular bulunan F.Bahçe soluk aldırdı, top kullandırttı ve işin en acısı kazandığı toplarla, futbol tezgahlayamadı. Şimdi hemen soracaksınız, neden? Futbol dünyasının haritası üzerinde, savunma kanatlarını önce sol tarafta, sonra da sağ tarafta boş bırakarak oynayan ikinci bir futbol takımı görmeniz asla mümkün değildir. Dahi Lorant'ın işte bu dahiyane düşüncesi, F.Bahçe takımının sahada aklı hep bir kanatta kalarak oynamasına sebep oldu. Ümit, Ogün ve Fatih'ten kurulu arka üçlü, devamlı bir kenarında hücuma, orta sahaya katkıda bulunmak yerine, kanadından doğabilecek tehlikelerin endişesiyle el freni çekik oynadı. Johnson ilk devrede ikiye bölünmüş bir orta saha oyuncusu olarak bocalarken; ikinci yarıda da Serhat, gerçek işlevinin ne olduğunu anlayana kadar bol tekme yedi. Boşuna efor tüketti. Ve büyük hoca Lorant, 80.dakikada Hakan Bayraktar'ı sağ çizgiye atarak, dünyanın her yerinde olması gereken savunma yerleşim planını nihayet oturttu. Vallahi pes, vallahi bravo... Hemen bir vurgu daha yapmakta fayda var. Savunma prensipleri, sağlıklı oluşturulamamış hiçbir futbol takımı organize şekilde atağa kalkamaz. Bu matematikteki iki kere iki dört eder, kesin ve katı sonucunun futboldaki yansımasıdır. Ortega ismi ve uyandırdığı sempati ile omuzlarda taşınacak bir futbol yıldızı olurken; Ayşe hanımın sakızı haline getirdiği topla F.Bahçe'ye zarar vermektedir. Karşısındaki herkesi Altay defansının acemi çocukları sanan Ortega'nın çarpıcı yanlışlarına, bir de Steviç'le Ceyhun'un nerden olursa olsun, ölü top kullanmakta yan yana gelip, yazı tura oynamalarını da eleştirmek istiyorum. Şimdi herkes, Rüştü'ye golü neden yediği, Washington'a da golleri neden kaçırdığı için kızıyordur. Hücuma çıkarken, kalesinden 30 metre uzaklıkta yakalanan bir takım, oradan köşeye yerden şut yiyorsa; o yüzde 99 tabelaya yazılır. Bu bir... İkincisi ise; Şükrü Saracoğlu'nda oynanacak maçlarda gollere ağırlıklı şekilde Washington imzası düşecektir. Başka yolu da yoktur. Kaçırdığı ilk golde kalecinin müthiş bir vücut yayılma şaheseridir topun filelelere gitmesini engelleyen. Sonraki, telaştandır. F.Bahçe, tek tek futbolcu kalitesi açısından çok çok büyük farklar atabileceği rakibi karşısında Atina'da başında bir antrenörle soyunma odasından sahaya çıkarsa; turu atlar. Ama bu kafayla gittiği sürece yapabileceği pek fazla birşeyi olamaz. Bu Panathinaikos, dün gece nasıl yenilebileceğini, ne kadar düşük bir kalitede takım olduğunu staddaki ve TV karşısındaki herkese göstermiştir. Acaba aynı 60 milyon çift göze, Lorant bir çiftiyle sahip midir?