Maliye Bakanı kafa mı buldu? Maliye Bakanı sayın Kemal Unakıtan, geçenlerde F.Bahçe Kulübü'nü ziyaret etmişti. Tesadüf bu ya, o sırada da Alex sözleşme imzalıyordu. Maliye Bakanı, törenden sonra, "Bakalım, Alex'in sözleşmesine ne kadar yazdınız?" diye şaka ile karışık sarkıverdi. Ama aynı Bakan, iki büyük kulübün toplam 250 milyon doları bulan vergi borç ve bu borçlardan doğan cezalarını 3'er trilyona düşürmemiş miydi? Şimdi bu soruyu, şaka da olsa, kimin sormaya hakkı var ki?.. Hıncal ağabeyimize bir Beşiktaşlı sorusu! Bizim mahallenin sıkı Beşiktaşlılarından, Kardeşler Market'in görevlisi Necdet sordu; "Yahu Kemal Bey, hani biz Real Madrid gibi takımdık... Öyle olsaydık, yeni bir takımdan fazlasını transfer eder miydik?" Necdet'e cevap vermedim. Sadece bu soruyu Hıncal Uluç'a bir şekilde sormasını söyledim. Hani biz de öğrenirdik arada... Çünkü, Lucescu'yu kötülemek adına Beşiktaş'ı Real Madrid olarak tanımlayan sadece Hıncal Uluç vardı. Bilse bilse o bilirdi bu sorunun cevabını... Haaa unutuyordum; NTV'deki son programda sayın Uluç, Ulusoy, Çakıcı ve Görsoy'u açık oturuma davet etti. Tabii her zaman olduğu gibi kendisini olmayacak programda... Sonra da ahkâm kesecek... Şayet yüreği varsa, açık oturuma davet ettikleriyle kendisini de canlı yayına çıksa ya... Çaycı Mustafa'nın Ali Güneş yorumu! Bizim Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin dekanlık katında çay servisi yapan Mustafa, Trakya taraflıdır. Bir zamanlar mahalle arasında futbol oynamış. "İyi de oynardım" der Mustafa... Onu bilmem ama, geçen pazartesi harika bir yorumla karşıladı beni... Dedi ki; "Hocam, F.Bahçe, Ali Güneş'i kaçırmakla, bence en önemli üç oyuncusundan birini kaybetti." İşte çaycı Mustafa... Görüşünün altına imzamı atarım. Bana göre Ali Güneş, hele hele çağdaş sistemin aradığı joker futbolcudur. Öyle değil mi, Ali'nin gidişinin arkasında lânetler yağdıran ünlü F.Bahçeli yöneticiler? Bakın bakalım, Ali Güneş kaç maç oynamış, kaç yerde görev yapmış?.. Çaycı Mustafa kadar futbolu bilememek ne büyük talihsizlik! G.Saray'ın 60 milyon doları ne oldu? Hazır G.Saray'dan açılmışken, devam edelim... G.Saray'ın UEFA Kupası şampiyonluğu, Süper Kupa galibiyeti, Şampiyonlar Ligi'nden iki sezon üst üste kazandığı turlar ve maçlar için kasasına giren paranın, ben, 30 milyon dolardan az olduğunu sanmıyorum. O müthiş takımından Okan ve Emre haricinde gidenlerden de, 30 milyon dolar geldi. Bakın daha reklam, havuz, forma satışı, sponsorluk gelirlerini bunların içine katmıyorum. Katarsak, beş yıl içinde bu miktar 100 milyon dolarlara kadar çıkar... Peki, G.Saray nasıl oluyor da, hâlâ parasız? Bence, transferin üzerine düşüleceğine, bu kaybolan 100 milyon doların üzerine düşülmelidir. Ve de G.Saray'daki para buharlaştırma uzmanları açığa çıkarılmalıdır... Matthaeus'un hiç mi işi yoktu? Şu bizim spor basını, vallahi öyle palavralar atıyor ki, şaşmamak mümkün değil... Hani insan rüyaya yatsa, böyle palavraları bulamaz. Bakın sonuncusuna... Bir spor gazetesinde, bir zamanlar attığı manşetle G. Saray ve Beşiktaş Kulüpleri'ni bile şoke eden vatandaş Matthaeus'la röportaj yapmış. Güzel, iyi de, içinde öyle bir soru ve cevap var ki, şayet bu doğruysa, Beşiktaş iyi ki bu Alman'ı almamış. Efendim; soru şu: "Sergen için ne dersiniz?" Cevap da şöyle: "Sergen'in bana 1999'da attığı çalımı hâlâ unutamadım..." Tiyatroya bakın! Süreyya kaçınca... Geçen hafta, çok şükür ki, Olimpiyat Stadı'na düşen Avrupa Milletler Kupası atletizm yarışmaları sonunda, ne yazık ki, Türkiye küme düştü. Diyorlar ki, Süreyya Ayhan katılsaydı - ki öyle olsaydı elini kolunu sallaya sallaya, hatta yürüye yürüye birinci olurdu - o zaman Türkiye küme düşmezdi... Ben bu Süreyya Ayhan'ın pistteki haline alkış tutuyorum. Kazandığı yarışlara, elde ettiği derecelere de... Ama bir türlü pist dışındaki Süreyya'yla yıldızım barışmıyor. Sanki biraz fazla havalı, sanki biraz kimseyi tanımaz tavırlı... Ama bu dünya Kânuni Sultan Süleyman'a bile kalmadı... Bunu birileri Süreyya'ya hatırlatmalı veya bilmiyorsa anlatmalı... Ali Kırca'nın "Babalar Günü" yazısı! Türkiye'nin, bana göre, bir numaralı haber sunucusu, kaliteli, ilkeli, mesaj içeren program hazırlayıp sunucusu Ali Kırca'dır. Bu, benim şahsi görüşüm... Doğru da olabilir, yanlış da... Ama Ali Kırca'nın, Babalar Günü yazısı da yukarıda sıraladığım birinciliklerinden de daha birinci idi... Bir kaç defa okudum... Ali Kırca, bizim hanım köylüdür... Babasını da bizimkiler tanıyorlar... Sordum... Yazıda ne bir eksik, ne bir fazla varmış... Bu yüzden övdüğümü falan da zannetmeyin, Sanırım çok kişi de benimle aynı görüşü paylaşır zaten... Bravo F.Bahçe! F.Bahçe, Tuncay'dan sonra sırasıyla Serkan, Murat ve en sonunda da Deniz'in transferini medyaya duyurmadan, kâh kendi televizyonunda, kâh yöneticisinin otelinde bitirdi. Ama aynı F.Bahçe, kendi televizyonundaki teknik imkânsızlıklar yüzünden Alex'in gelişini medyaya açtı. Benim gariban medyam da, havaalanına gidip, itilip kakıldı, paylandı ve kimi canlı yayın yaptı, kimi banttan, kimi de fotoğraf çekti. Ben şimdi bu spor medyasına gariban yerine, hakaret içeren bir sıfat bulup, onu kullansam, suçlu mu olurum, yoksa keriz mi? Peki, bizim TSYD buna sesini çıkaramayacak mı? Ama onlara ne değil mi? Kimse ağlamasın! Kendini ezdirirsen, ezerler! Haaa bunu sonu nereye varır? Şuraya; en son olarak Sabah Gazetesi cezalandırılmış... Bizim Yusuf'tan böyle duydum... Ama aynı Sabah yine bazılarını, ödü kopacağından manşet yapar. İşte mesele burada! Florya'ya 34 ekran siyah-beyaz TV! Allah Allah demeyin... Bu da nereden çıktı demeyin. Önceki gün, Feneryolu'ndan dolmuşa bindim. İstikamet Kadıköy... Arka sırada iki genç oturuyorlardı. Kim bilir, belki de beni görüp tanıdılar da, şimdi yazacaklarımı konuştular. Neyse, belki de değil ama, konuşma aynen şöyle: "Yahu, bizim Özhan Canaydın başkan, futbolcu almaktan vazgeçmiş. Duyduğuma göre, Florya'ya bir televizyon alıp, transferde adı geçen yıldızların kasetlerini oynatacakmış. Tabii televizyon siyah-beyaz ve ancak 34 ekranmış. Teleteksti yokmuş. Uzaktan kumandalı de değilmiş..." Dolmuş Kadıköy'e geldi, indik... Çocuklara hiçbir şey soramadım. Vallahi ben de hâlâ ne Conceicao'ya, ne de başkalarına inanıyorum... Faksla imzaladı deniyor. İyi de, bunun bir fotokopisi medyaya dağıtılamaz mı? Gelelim İbrahim Toraman'a... Hemen şunu belirteyim önce; İbrahim için ödenen bonservis parası çok ama çok pahalıdır. Ancak; F.Bahçe'nin, özellikle de ikinci başkan Nihat Özdemir'in ağzından çıkan "İbrahim'i bıraksınlar, biz futbolcu ile işi bitirdik, kulübü baskı yapıyor" açıklamasından sonra, Beşiktaş'a giden futbolcunun ardından konuşmaları ne sporun etiği ile bağdaşır, ne de yöneticilik formatı ile... Murat Özaydınlı da, "Bizim sokağa atacak paramız yok" diyerek öfke kustu. Aaaaa! Eeee, Ortega'dan 11, Washington'dan 8 milyon dolar sokakta değildir de nerededir acaba Murat bey? Siz, 2 milyon 250 bin doları verip alsaydınız, para sokağa gitmeyecek miydi? Bunlar ne biçim yönetici? Belli ki F.Bahçe tarihinden, örf, adet ve geleneklerinden haberleri yok... Haaa, sırası gelmişken şunu da yazayım... G. Saray'ın da Önder Turacı için ağlaması gerekmez... Kulüp satmaya niyetli, talip iki, alan biri... Öyle anlaşma falan olmaz... Profesyonellik varsa tabii ki...