Ne Galatasaray ne de Milli Takım!

A -
A +

Başlığa bakıp ne demek istediğimi anlamaya çalışacağınızı görür gibiyim... Hemen açıklayıp, sizi merakta bırakmayayım. Bu ülkenin televizyonlarında futbolu yorumlayan, gazetelerinde yazan bu kafalar oldukça, G.Saray'ın UEFA Kupası'yla, Süper Kupası, Milli Takım'ın üst üste iki defa Avrupa Şampiyonası, bir defa da Dünya Kupası finallerine katılma hakkını elde edişi sağlam temelli gerçekler adına büyük süprizlerdir. Sağlam temelli diyorum, çünkü bu ülkenin ne ekonomisi, ne sosyal yaşamı, ne politik anlayış, tutumu, ne de spor medyasının bilgisi futbolda evrensel başarıları elde etmeye uygun değildir. Yani bu ögelerin futbolu ne itme gücü vardır, ne de çağdaş çizgiye taşıyabilme felsefesi... Düşünün bir kere; bu ülkenin spor medyasında, "F.Bahçeli futbolcular Mirkoviç ve gitmesine rağmen Lazetiç, Yugoslav milli formasıyla Dünya Kupası'nda da iyi işler yapacak" gibi yorumda bulunabilen yazarlar vardır. Oysa Yugoslavya takımı eleme grubundan çıkamamış, çoktan elenmiştir. Bu yazı, hem de ülkenin iki spor gazetesinden birinde yer almıştır. Düşünün bir kere; bu ülkenin spor medyasında, "G.Saray 2-6-2 oynuyor. Fatih Terim de bunu böyle açıklıyor" diyerek, futbol fukaralığını açıkca ortaya koyan, cin olmadan şeytan çarpmaya kalkan, ne yazık ki diğer spor gazetesinin sorumluları vardır. Düşünün bir kere; bu ülkede kariyerle karizmanın en azından sözlük anlamını bile bilmeden, bir futbol adamının kişiliğine saldıran, ayağını topa sürmemiş, en basit mahalle minyatürlerinde bile takımlara alınmayan spor yazarları vardır. Düşünün bir kere, bu ülkede, Başkent'te uzun yıllar gazetecilik yapıp yerinde sayan, tanınmak, reyting yapmak için İstanbul'a göç edip, beyaza siyah, siyaha beyaz demekle, geneli Aziz Nesin'in tanımlamasında yer alan bu toplumdan yararlanan yazarlar vardır. Şimdi; böyle bir ülkeden G.Saray ve Milli Takım çıkmışsa, İspanya'ya da, Almanya'ya da, Hollanda'ya da, İngiltere'ye de ve benzeri futbolda ileri gitmiş ülkelere ayıp olmaktadır. Sözü Brezilya maçına getireceğiz tabii ki... Şenol Güneş'in bu ülkenin en şanssız teknik adamlarının başında geldiğini hemen vurgulayayım da... Trabzonspor Teknik Direktörü'yken, F.Bahçe'ye kaybettiği şampiyonluk, bir stoperin görev bölgesinden 70 metre uzağa hem de tekniği yeterli olmasına rağmen, topla taşınmasının faturasıdır. İsveç, hiç pozisyon bulamadığı bir oyunda, son iki dakikaya, topu bir daha versem ve karşısına rakip de koymasam, aynı pas trafiği içinde yine de atamayacağı bir golle Şenol Güneş'i baraj maçına itmişse, bu şanssızlık değil de nedir? Brezilya gibi bir süper firma ile, 48 yıl sonra, yani artık iyice acemisi olduğumuz bir Dünya Kupası maçında skoru son üç dakikaya 1-1 getirmişizdir. Ve iki defa top bizde olmasına rağmen yapılan hatalara, bir de hakem rezaleti eklenip bu maç penaltıyla kaybedilmişse, Şenol Güneş'in şanstan yana çok fukara olduğu açıktır. Yıldıray çıkar mıydı? İşte bütün mesele bu... Biz maçı Yıldıray çıktığı için mi kaybettik? Cevabı evet olarak verecek bir Allah'ın kulu olamaz. Çünkü, bize maçı kaybettiren ikinci golün bu değişimle ilgili en küçük bir bağlantısı yoktur. Vardır diyen, ya vicdansızdır, ya art niyetli, ya da futboldan hiç anlamıyordur. Çünkü gol, bir geri pası ve onu kolayca kullanabilecek bir kalecinin kaleye en yakın rakibe hediye pasıyla ve de hakemin ayıbı sayesinde penaltıya kadar taşınarak gerçekleşmiştir. Peki Şenol Güneş, Yıldıray'ı neden oyundan almıştır? Ben, televizyon başında, daha devrenin bittiğinde böyle bir değişimin yapılması gerektiğini maçı birlikte izlediğim arkadaşlarıma görüş olarak belirtmiştim. Çünkü, ya Hasan çıkacaktı, ya da Yıldıray... Hasan, savunmaya daha çok yardım ettiğine ve de topu bizim sahadan çok çabuk rakip alana götürdüğüne göre, bu bilet Yıldıray'ın olacaktı. Hakan Şükür dururken de mi? Bu soruyu duyar gibiyim. Hakan'ın bu maç belki de en etkisiz oyunu idi. Ama orada durması bile, maç sonuna kadar, ölü toplar hariç, Brezilya'nın yüz yıl sonra ilk defa üçlü oynayan savunma göbeğinin kendi yarı alanına bloke edilmesi demekti. Böylece de, benim orta alanım rakibi karşılamada en azından denk sayıyla mücadele edebilecekti. İlhan'ın oyuna alınışı ise savunmamızı biraz daha ileride kurabilme, dolayısıyla o ana kadar yorulan defansımızı muhtemel bir son dakika baskısından kurtarmak stratejisi taşıyordu. Ümit Davala? Hah, işte sadece burada Şenol'dan ayrılıyorum. Şayet Tayfun kadroda olsaydı, tam o görevin, hem de tam zamanındaki adamıydı. Çünkü Ümit Davala, hem formsuz, galiba hem de bıkkın gibi geldi bana... Yani, Şenol, mükemmel planlayıp, mükemmel değişikler yaptığı oyunda sadece Tayfun faktörünü elinde tutamadığından hatalıydı. Haa Tayfun olsaydı ne olurdu? Maçı belki de yine aynı oluşumla kaybedebilirdik ama, tam doğruyu yapmış olarak... Ne fark var diyeceksiniz... Var... Ben, doğrunun bulunup yapılmasından yanayım... Yani sonunda zafer de olsa, yanlıştan yana asla olmadım. Peki, Şenol Güneş'in notu? Bana göre 10 üzerinde 8.5. Yarımı nereden kestim? Tugay çok yorulmuştu, Ergün'ü ön libero olarak son bölümde sahaya sürebilirdi. Maç ne olurdu? Yine aynı oluşumla kaybedebilirdik. Peki Yıldıray oyunda kalsaydı da, yine aynı oluşumla maçı kaybetseydik, ne olurdu? Hiç... Bugünün yangıncıları sadece hakemi asarlardı o kadar... Bakın, bir daha bakın... Bize maçı kaybettiren golde, size sıraladığım bütün alternatiflerin en küçük bir rolü var mı? Şimdi biraz futbol anlıyorsanız, vicdanınıza da kulak vererek, dünyanın en büyük futbol firması ile 48 yıl aradan sonra karşılaştığı oyunda maçı son üç dakikada ikisi bize ait ferdi, biri de hakeme ait hatayla kaybetmiş hocaya saygılı olun!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.