Saracoğlu'na maç vermek cinayettir! Futbol Federasyonu, kim bilir belki de F.Bahçe ile olan ilişkilerini daha sıcak bir konuma getirmek için, ya da seyirci gürültüsünün rakibi bozacağına inanarak, İngiltere maçını Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'na verdi. F.Bahçe'de bir memnunluk, bir memnunluk... Federasyonda da öyle... Medya, zaten F.Bahçe'nin keyfi yerine geldiği için çok memnun... Peki, iyi mi oldu? Bence hayır! Hangi İngiliz futbolcu, 50 bin kişinin gürültüsünden olumsuz etkilenir ki? İngiliz seni, Londra'da Arsenal, Tottenham, Chelsea gibi kulüplerin harika stadları dururken, taaa Sunderland'a sürüyor, sen onu İstanbul'un göbeğindeki, üstelik ülkenin en modern stadına sokuyorsun... Sürsene adamı Trabzon'a... Maçın yeri açıklandığında adam şöyle bir sarsılsın. Trabzon neresi diye sorsun. Bir zamanlar Liverpool'un bile devrildiği yer olduğunu öğrensin... Aston Villa'nın o stadddan zor bela çıktıktan sonra elendiğini kulağına bir fısıldasınlar. Trabzon için özel uçak tutma zorunda kalacağını anlasın. Trabzon'da maçtan bir gece önce, yörenin en oynak havalarını sabaha kadar bir dinlesin. Ya da Bursa'ya gönder... Adam, maçın yerini öğrendiğinde, Almanya'nın, Hollanda'nın en iyi kadrolarının nasıl devrildiğini, İrlanda'nın barajda nasıl boğulduğunu öğrensin. Bursa'ya büyük uçakla da inemez. İstanbul'a gelip, oradan aktarma eziyeti çekeceğini bilsin. Ne o? Şükrü Saracoğlu Stadı!.. Oh, İstanbul'a in... Oradan otobanla, sadece Londra'da değil, İngiltere'nin hiçbir yerinde eşine rastlanması mümkün olmayan Çırağan'a, Hilton'a, Swiss'e, yani Boğaz manzarasına falan yerleş... Maç günü, otobandan langırt diye soyunma odasının kapısına kadar dayan... Verseydiniz ya Makedonya maçını Saracoğlu'na... Ya da, gelecekteki Dünya Kupası grup maçlarının bir kaçını... Bu maç verilir mi? Şayet grup birincisi olamazsak bunun bir numaralı suçlusu federasyondur. Hele hele bir de elenirsek, mavi boncuk dağıtmanın nelere mâlolacağını o zaman anlarlar... Çünkü bazen oynanmadan da rakip yarı yarıya güç kaybına uğratılabilir. Emre, Oscar'ı alır mı? İnter'deki temsilcimiz Emre Belözoğlu, yılın futbol oscarına aday gösterilmiş. Türkiye ve Türk futbolu için büyük gurur... Emre, kazanır mı, kazanmaz mı? Bunu bilmek zor değil... Çünkü, o kadar haçlı dururken, Emre'ye o ekmeği yedirmezler diyorum. Olsun! Orada isminin bulunması bile büyük onur... Biz, o İtalya'da giderken, televizyondaki programımda telefon bağlantısı yapmıştık. O zaman kendisine, "Seni, Avrupa'nın Maradona'sı olarak izleyeceğimizden eminim" demiştim. O da "inşallah" demişti. Hector Cuper, Emre'yi, aptallık edip garip garip görevlerle sahaya sürmezse, Maradonalık gerçekleşir... Ahmet Hasan beş yedirdi! Şimdi bu da ne demek diyeceksiniz. Şu demek; Ahmet Hasan'ın beşinci vitesle oynama özelliği ve uzun süre bu özellikle sahada tek kalışı, Beşiktaş takımının ikibuçuk vitesle oynayan takımını dağıttı. Yani, o 5 - 2'lik yenilginin asıl nedeni budur. Diğer futbolcular, özellikle de Dobrowski, Tayfur, Pancu bu vitese uyabilmek adına, savunma ile orta alan ve orta alanla ileri uç arasını fazla açtıklarından, arkadakiler de bayıldı. Ama Ahmet Hasan dimdik kaldı. Ne zaman ki, Sinan ve bir - iki genç takıma girdi, sahadaki anlayış dengesi kuruldu. Belli ki, Lucescu da, Okan, Sinan ve Ahmet Hasan gibi oyuncularla, Beşiktaş'ın, özellikle de Şampiyonlar Ligi'nde vitesini yükseltmeyi düşünüyor. Ama yüksek vitesle oynayanların, ikibuçuk vitesle oynayanlarla nasıl bir homojen takım oluşturacağını doğrusu çok merak ediyorum. İş yine Lucescu'da... Hele bu sezon daha da fazlasıyla... İşte, Televole zihniyetinin eseri! Geçtiğimiz hafta sonuna doğru, hangi ekrandaydı, şimdi iyi hatırlamıyorum ama, televoleci zihniyetin ülke gençliğini nerelere götürdüğünün acı tablosuna tanık oldum. On yaşlarında bir çocuk, şarkıcı İzel'e şu soruyu sordu: "Bugünlerde kiminle çıkıyorsunuz? Erkek arkadaşınız kim?" Düşünebiliyor musunuz, on yaşında bir çocuk bunu soruyor. Bir beş yaş daha büyüğü acaba ne sorar? Bunu burada yazamayız. RTÜK mü, hükümet mi, hangisi bilemem ama, bu gidişe bir son vermenin zamanı geldi de geçti bile... Yoksa hani o Atatürk'ün "Ey Türk Gençliği" hitabesi var ya, işte ona çöp yolu gözükmektedir. Vay be, sen neymişsin Erol? G. Saray maçında bir penaltıya sebep olduğu gerekçesiyle, yani dünyada eşine rastlanmamış bir nedenle F.Bahçe'den gönderilen Erol Bulut, Yunanistan'ın ünlü takımı Panathinaikos'a, hem de üç yıllık imza attı. Rüştü'den başkaca ihraç malı bulunmayan bir kulüp için ne büyük kayıpmış değil mi? Hurafeciler, ya da örümcek kafalılar Högh'ü de Ali Şen'in ispiyoncusu diye göndertmişler, adam da gidip Chelsea gibi yıldızlar topluluğunda oynamıştı. Ne kafa değil mi? Ve hâlâ da aynı... Abdullah yararlı olur mu? Abdullah Ercan'ın, G.Saray'a imza atmasından sonra, her yerde, her fırsatta "İş yapar mı?" sorusu ile karşılaştım. Bence, özellikle de iç saha maçlarında Abdullah yararlı olur. Zaten Abdullah, F.Bahçe'deki son dönemlerinde iyi de oynamıştı. Hatta hatta kadro dışı bırakıldıktan sonra dönüşünde kaptanlık da verilmişti. Ama demek Yusuf gibi hafif suçlu değilmiş ki, gönderildi. Neyse... Abdullah'ın en büyük şansı, hiç kuşkusuz Terim hocadır. Bu futbolcunun nefes alış hızını bile çok iyi bilen Terim hoca, bir bakarsınız, bizlere yepyeni bir Abdullah sunar... Sultan 1. Murat! Bizim Türkiye Gazetesi'nde İbrahim Pazan diye bir dostumuz var. Osmanlı Padişahları ile ilgili bir dizi yaptı. Keyifle, zevkle, büyü ile, biraz da buğu ile, hemen hemen hiç kaçırmadan okudum. Hele hele 1. Murat'ın, sonunda şehit düştüğü 1. Kosova seferine çıkarken, kıldığı namaz sonrası Allah'a yalvarış bölümü, çerçeveletip asılacak cinstendi. Nesli tükenmiş benzeri tarihçi yazarlara, şimdilerde eskisinden daha çok ihtiyacımız var... Sizce?.. Bravo Kaya, bravo İbrahim! Kaya Sungur, bizim Saint Joseph'tendir. Baktım, G.Antepsponlu İbrahim Toraman ve başkan Celâl Doğan'la masaya oturmuşlar, Foe'nin İbrahim'de kalan formasını açık arttırmaya çıkaracaklarını açıklıyorlar. Amaç; tam bir medeniyet, insanlık harikası... Önce İbrahim'i, bu jestinden dolayı kutluyor ve yanaklarından öpüyorum. Ardından da Kaya'yı ve başkanı... Ne oldu Rıdvan, senin Raul'a... Rıdvan Dilmen, yanılmıyorsam, Trabzonspor - Beşiktaş maçından sonra, "Bu Fatih Tekke, Raul'dan iyi oyuncu" gibi bir cevher yumurtlamıştı. Hatta bunu duyan Raul, kahrından olsa gerek, Real Madrid'in başkanına başvurarak futbolu bırakmak istemişti. Tabii burası şaka... Ama asıl şakayı Fatih Tekke, hem de en ağırından, Rıdvan'a yaptı... Özel maçta, bir hakeme tokadı çakıp, Avrupa arenasından ıskırtaya çıktı... Şimdi de Fatih tutturmuş, bana sahip çıkılmadı diye... Yahu kim, nasıl sahip çıkabilir ki?.. Bülent Tulun'la hiç konuşmadık! G. Saray'ın en renkli simalarından biri de Bülent Tulun dostumdur. Özellikle basketbol maçlarında rastlaşır, sohbet ederiz. Hoş, geçen sezon bunu yapamadık ama... Neyse... Bülent, geçtiğimiz hafta sonu Sabah'ta, Hakan Şükür'le ilgili bir yazı yazmış. Bana da yaz deselerdi, aynısını yazardım. Zaten birkaç kez de yazdım. Demek ki, insanlar hiç konuşmadan, görüşmeden de aynı çizgide birleşebiliyorlarmış. Ne demişler; aklın yolu birdir... Ama hâlâ yol dışında bulunan çok sayıda akıllı var... Mehmet Atalay; yapar mı yapar! Yine hafta sonu bir haber; GSGM ava çıktı... 7.3 trilyon borcu tahsil edecek! Neymiş bu borç? Başta Üç Büyükler olmak üzere, kulüplerin stad kirası ve başka kalemlerden olan borçları... Müdür Atalay, dosyayı açmış, toplayacağım diyor. F.Bahçe taksit istemiş, onay almış... Diğerlerine de tavsiye ederim. Yoksa Mehmet kapıya dayanır haaa... Bu ne bolluk Fatih hoca!.. G. Saray'ın ilk hazırlık maçını izledikten sonra, kağıdı kalemi alıp, o gece sahneye çıkmayanları alt alta yazdım. Vallahi bir takım daha çıkıyor. Yani G.Saray'ın şu anda üç takımı var... Sanırım, Terim hoca bu fazlalığı çok yakın bir zaman dilimi içinde eritecek. Kimsenin işine karışmayalım ama, fikrimizi de söylemeden edemeyiz... Bu da, Lukunku, Pinto gibi yabancılarla başlarsa, sanki iyi olur gibi... Fair - play şampiyonu Van Hooijdonk! Milliyet'in dünkü spor sayfalarından birinde, bana göre yılın fotoğrafı, daha doğrusu, sevgili Erdoğan Arıpınar ağabeyi çok yakından ilgilendiren bir fotoğraf vardı. Yani fair - play yarışmaları için rakipsiz birincilik adayı olabilecek bir kare... Hüseyin Yavuz'un çektiği bu fotoğrafta, ön planda F.Bahçe'nin yeni oyuncusu Van Hooijdonk görünüyor. Arkasında ise, bir kapının üstündeki "Fair - play" yazısı... Haberde ise, Van Hooijdonk'un, geldiği Feyenoord Kulübü'ne yapmış olduğu ağır, sportmenliğe, centilmenliğe, hatta iyi ahlâk yapısına hiç yakışmayan saldırılar yer alıyordu. Van Hooijdonk, Feyenoord'un başkanından başlamış, takımdaki arkadaşlarına kadar yayılan bir kin, nefret duygusu içinde kusmuş da kusmuş... İnşallah Van Hooijdonk F.Bahçe'de başarılı olur, ayrılırken de sarmaş dolaş... Yoksa... Van Hooijdonk'un fair - play'le bağdaşmayan bu çirkin yangını, umut ederim ki, F.Bahçe'deki günleri biterken başkanı veya başkalarını da sarmasın... Hiç beğenmedim... Profesyonel bir futbolcu, hem de dünyanın en medeni ülkelerinden biri olan Hollanda'dan çıkıp, sporda hiç yeri olmayan böyle kin kussun... Hoşgeldin İbrahim! İbrahim Kutluay, hiç kuşkusuz, Türkiye'nin son yıllarda dünya piyasasına sunduğu en önemli basketbol yıldızlarından biridir. Üç yıllık Yunanistan serüvenini bitirip döndü. Ülkerspor'u bu akılcı transferinden dolayı kutluyorum. Duyduğuma göre İbrahim, Harun'un bir yıl daha oynamasını istiyormuş. Demek ki, yeni bir Avrupa şampiyonu adayı izleyeceğiz. Burası Türkiye, her şey olur... Geçtiğimiz hafta içinde gazetelerin birinci sayfalarına acı bir haber oturmuştu. Bir İskoçla evli olan Özlem adındaki bayan, 2.5 yaşındaki oğlu ile Foça'da tatile gelmiş. Bir çay bahçesinde oturup, yorgunluk atmaya niyetlenmiş. Küçük oğlu da yanında... Bir kavga çıkıyor, silahlar patlıyor ve kurşunlardan biri oğlanın göğsüne isabet edip, öldürüyor... Fıkra desen olmaz. Yaşanmış olay diye anlatsan, medeni ülkelerde kimseye inandıramazsın. Senaryo yazsan, saçma diye hiçbir ünlü oyuncuya oynatamazsın. Zaten böyle bir senaryoyu da medeni ülke insanı akıl edemez... Velhasıl, burası Türkiye... Hani şu, Avrupa Birliği için üstünü başını yırtan ülke... Acaba Avrupa Birliği ülkelerinde, insanların cebinde bizdeki gibi paradan çok silâh var mı?