Taksim ve dayak!

A -
A +

Taksim Meydanı'ndaki, F.Bahçeli Ümit Özat'a göre 1.5 milyonun üzerinde kalabalık, yıllardır yöneticilerince bir türlü refaha kavuşturulamamış, itilmiş, kakılmış, başını örttüğü için eğitim hakkı elinden alınmış, kendisini dolandıranı hapiste göreceğine, televizyonlarda açık oturumlarda izlemiş, daha buna benzer burukluklar, acılar, mutsuzluklar yaşamış bir toplumun oluşturduğu tarihi bir sevinç tablosuydu. Ve o kalabalık, Milli Takım'ı tepeden tırnağa alkış, övgü yağmuruna tutarken, araya bir oyuncu için özel slogan oturtuverdi: "Rüştü... Rüştü... Rüştü..." Çok anlamlı... Neden mi? Şimdi şöyle bir bakın bakalım benim ülkeme... Futbol, hiç kuşkusuz en popüler spor... Futbol için evinin ekmeğini, ihmâl demeyelim de, unutup maça dalan insanların ülkesi Türkiye... Böylesine büyük bir tutku... Zaten, o Taksim'e ne zaman böyle bir kalabalık toplanmış ki?.. İşte bu özel olgunun içinden çıkan özel adam kalecimiz Rüştü'nün bir zamanlar, alt tarafı kaybedilmiş bir kupa maçından sonra, hem de kendi kulübünün tesislerinde, kendi taraftarlarınca dövülüşünü unutmak mümkün değildir. Daha doğrusu unutmamamız gerekir. O gruba ki, dayak olayından hemen sonra, Samsun'daki maçın sonunda, futbol zemini üzerine toplanarak, bir televizyonun programına konuk edilme havası, popülaritesi, zevki, keyfi yaşatılmıştır. O televizyon, bugün siyasete soyunacağı söylenen sayın Cem Uzan'ın Star'ıdır. Ülkeme daha bir dikkatle bakın! Dün, bugün dünyanın en iyi iki kalecisinden biri seçilen ki, bana göre geç kalınmış bir belirleme, Rüştü'yü dövenler acaba vicdan azabı çekiyorlar mıdır? Ya da onları bu eyleme yönlendirdikleri iddia edilenler maskeli midirler, yoksa bilmediğimiz bir yüzle mi dolaşmaktadırlar? Makam otomobilleriyle; yani şoförlerinin kullandıkları arabalarıyla hâlâ Rüştü'nün çevresinde dolaşan bu elleri kırılası dayakçıların da yaşadığı bu ülke Türkiye'dir, dünyanın en iyi kalecisinin de... Yani biz, dünyanın en iyi kalecisini dövmüş bir ülkeyiz... Ne yazık, ne hazin değil mi? Taksim'deki kalabalık içinde bu çıkarcıların ve onlara çıkar sağlayanların bulunmadığını gördüm. Zaten orada olamayacaklarını da biliyordum... Öyle olmasa idi, Şenol Güneş takdim edildiğinde o müthiş gürültü kopar mıydı? Rüştü için özel slogan atılır mıydı? O kalabalık birilerini bitirmiştir. Kim bilir, Milli Takım sadece dünya üçüncüsü olmamış, belki de artık dayak yiyen kalecilerin olmayacağı, dayakçıların destekçilerinin kaybolacağı, böyle spor dışı ahlâksızları ekrana taşıyarak onlara prim yapanların biteceği yeni bir Türkiye'nin startını vermiştir. Aynı Milli Takım, elbisesi, ayakkabısı, kravatı ve konuşması ile eleştirilen teknik direktörler devrini de kapatmıştır. Ben o Taksim kalabalığının yüreğini, aklını bu doğru yola koyduğunu hissettim. Kupa süresince ve hemen bittiğindeki e-mail yağmuru bunu gösteriyor. Ya siz ne dersiniz?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.