Geçtiğimiz Çarşamba akşamı ekranlara gelen biri yerli, ikisi yabancı yüksek riskli büyük futbol mücadeleleri, sonuçları bir kenara, biz futbol tutkunlarına, futbolda yorum yapan, kritik yazan spor yazarlarına, hocalara, hatta hatta anlayabilirlerse yöneticilere, çok ciddi derslerle doluydu. Özellikle 1996'da İngiltere'de düzenlenmiş olan Avrupa Futbol Şampiyonası sonrasında, UEFA'nın ücretli teknik danışmanlarınca hazırlanmış raporlarda, yeni akım ve kural değişiklikleriyle teknik direktörlerin takımlarının üzerine yüzde 50'lere varan olumlu veya olumsuz etki yapabildiklerinin yer alışı, geçtiğimiz Çarşamba akşamını açmamız gerektiğini ortaya çıkarmaktadır. Önce bizden başlayalım... Trabzonspor, yılın takımı apoleti daha şimdiden takılan G.Birliği'ni adeta domine ederek yenip, kupayı kazandı. Gerçekten de, Samet Aybaba'nın takımı, bu maçı, gol becerisi yüksek oyunları olsaydı, yedi veya sekiz gollü bir galibiyetle kapatabilirdi. Samet Aybaba, futbolculuk döneminde içinde bulunduğu forma gereği üst seviyede yarışmış, sonra geçtiği teknik adamlıkta bu konumu, hiç kuşkusuz, aynı seviyede futbolculuk hayatı olmayanlara karşı bir avantaj teşkil etmiştir. Yani ayağını yorganına göre uzatmak Samet hocanın, bence büyük kazanç olarak kendisine dönen doğruları arasındadır. Ersun Yanal ise, kim bilir belki de, küçük takım psikolojisinin üstesinden gelmek ve büyükler arasına sokulabilmenin tek çaresi olarak "Gözü kara" oynatmaya sıkı sıkıya yapışmış bir hoca olarak karşımıza çıkmıştır. Bu felsefesi sadece G.Birliği'nde değil, bundan önceki iki takımda da net şekilde gözlenmiştir. İşte iki hoca arasındaki bu farklılık sahaya da pozisyon olarak yansımıştır. Günümüz futbolunda olduğu kadar, futbolun bütün evrelerinde Samet'in felsefesi, Ersun'unkinden daha geçerli ve doğru olanıdır. Sonra Manchester United-Real Madrid maçına baktık. Real, bu maçı Raul'un sakatlığının verdiği büyük şansla (!), tek uç adamı ile yani Ronaldo ile oynadı. Böylece Raul'un yerine takıma giren Guti, orta alana adeta yapışarak oynayıp, Real Madrid'i böylesine zorlu bir rövanşta yıkıp getirebilecek lüksten kurtarmış oldu. Tamam maçı Manchester kazandı ama, 3-2'den sonra bırakılmış bir maçı kazandı... Şayet, Real Madrid, sağlam olup da Raul'le sahaya çıksaydı ne Ronaldo, o golleri atabilir, ne de Real o ortamda o rahatlığı yaşayabilirdi. Burada şans Del Bosque'yi kurtarmış oldu. En son Ajax'da, futbolculuğu mükemmel ama hocalığı Milan maçının son onbeş dakikasında yaptığı hayret verici değişikliklerle ciddi şekilde tartışılması gereken Koeman'ı izledik. Maçı 2-2 yapıp, Milan'ı demoralize eden Ajax, gerekmemesine rağmen maçı bile kazanabilecekken, kaybetti. Nedeni tam anlamıyla hocası idi. Topu Milan sahasına en çabuk kaçıran, dolayısıyla Milan'ın bloklarının arasını açan, fizik gücünü eriten, orta sahasını fazla gel gide zorlayan Pienaar ve Van Der Meyden oyundan alındılar. Onların yerlerine kale hattına makul uzaklıkta savunma yapacak iki eleman alındı. Yani, Milan'a dendi ki: "Gel üstüme yığıl. Geri koşmana da gerek yok. Çünkü İbrahimoviç hızlı değil..." Ve Milan'da bunu reddetmeyerek golünü atıp, maçı kaptı. İşte hoca farklılıkları! Eskiden yüzde 15 gibi oranlarda belirlenmiş hoca katkıları, şimdilerde neredeyse yüzde 50'lilere çıkmıştır. Bu yükselişteki en basit etkenlerin başında da, yine FIFA ve UEFA'nın teknik raporlarından belirtildiği üzere, üç oyuncu değiştirebilme imkanıdır. Tabii bunu doğru yapanlar için... Yani Koeman için değil...