Vurma be Kadros!

A -
A +

Dün sabah gazeteleri aldım ve kahvaltıdan önce golü yedim. Eski milli futbolculardan, salon futbol arkadaşım, futbolun bu ülkedeki bir numaralı cini, hayatında futboldan başkaca hiçbir şeye kafa yormamış, gönül vermemiş Kadri Aytaç vefat etmiş. Haber sadece tek sütun... Kiminde pul gibi fotoğraf var, kiminde bu da yok... Ama giden öyle bir futbolcu ki... Açık ve net söyleyeyim, Kadri ustanın vefat haberi dokuz sütunluktur. Ya da kapak sayfasında dört-beş sütun... Neden mi? Çünkü Kadri Aytaç, bu ülkenin, 50 yıl önce 2000 yıllarının futbolunu oynayan belki de tek ismi idi. Kadri Aytaç kadar iki ayağını çok çok iyi kullanan futbolcuya değil bizim ülkede, dünya futbol coğrafyasında bile az rastladım. Kadri Aytaç kadar - bugün için bile çok ama - hedefe koşan futbolcu görmedim. Pas dağıtımı, şut yüzdesi, yardımlaşma diye ön plâna çıkardığımız günümüz futbolunun bütün istemlerini her türlü olumsuz koşula rağmen sahaya getiren Kadri Aytaç, profesyonelce yaşamanın da bugün asla rastlanması mümkün olmayan futbolcusu idi. Hayatına sigara ve içki içmemişti. 57 yıllık futbol adamlığı ömründe sigara ve içki için kendisine kurulan bütün tuzakları tıpkı sahadaki ustalığı ile atlatmıştır. Kadri Aytaç profesyonel futbol dünyamızın ilk transfer rekortmenliğini de elinde bulundurmaktaydı. Galatasaray'dan Karagümrük'e, yanılmıyorsam 57 bin 500 liraya geçtiğinde, ülke ayağa kalkmış, bu müthiş transfer birinci sayfalara bile taşınmıştı. Aynı Kadri Aytaç, daha sonra Fenerbahçe'ye de geçmiş, böylece bu ülkede Üç Büyükler arasındaki tutuculuk zincirlerini de kırmıştır. Faal futbolculuk yaşamını noktaladıktan sonra, soyunduğu teknik direktörlük yaşamında da ligden lige takım yükselten asansör hoca olarak büyük başarı elde etmiştir. Bu süreç içinde, sadece eşofman giyip, sahada futbolcu çalıştırmakla kalmamış, boş zamanlarında gerek salonlarda, gerekse semt sahalarında emekli futbolcu olarak hayatının son beş yılına kadar top koşturmuştur. İşte, futbol hastası bir çocukken hayran olduğum Kadri Aytaç'la 1959-60 sezonunda Fenerbahçe'ye geldiğinde el sıkışmış ve abi-kardeş olmuştuk. Futbolu bıraktıktan sonraki süreçte, Sultanahmet'teki salonda haftanın iki günü minyatürde ölümüne kapışırdık. Daha doğrusu Kadri Aytaç öylesine oynardı. Öyle sert girerdi ki bizlere, "Yahu Kadros, ter atıyoruz, sen sanki lig maçı oynuyorsun" diyecek olurduk. Şu cevabı alırdık: "Çocuklar, futbol oynarken, herhangi bir ayırım yapmam. Bu maçlar da benim için çok önemli... Kaybetmeye tahammülüm yoktur..." Peki, benim senin kaybına tahammülüm olacak mı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.