Önce hiç kimsenin gözardı edemeyeceği, daha doğrusu inkâr edemeyeceği bir futbol gerçeğinin altını çizelim. Hem de kalın kırmızı çizgiyle... O gerçek de şudur; dünya toprakları üzerinde futbol oynanmaya başlandığından ve de geliştiğinden bu yana bütün sistemler savunma prensipleri üzerine kurulmuştur. Bir başka deyişle, sistemlerin bulucuları, savunmayı belli bir rakamsal platform üstüne oturtarak bunu ileriye doğru, yani rakip kaleye doğru yani hücüma yönelik kurgulamışlardır. Buradan yola çıkarak dünya kupalarında, Avrupa kupalarında ve hatta Avrupa'daki takımlar arası mücadelelerde hep savunma prensiplerini sahaya en az hatayla yansıtan takımlar başarılı olmuşlardır. Günümüzde ise futbol yani 1994 Dünya Kupası'ndan bu yana 4'lü alan savunması prensipleri üzerine gelişme göstermiştir. Bu gelişme giderek son 6-7 yılda oyunu dar alana sıkıştırıp yoğun pres uygulayarak, önce oynatmama üzerinde yeni bir şekil almıştır. Yani bugün gol atmak, geçmiş zamanlardan çok daha fazla zorlaşmıştır. Bir başka pencereden bakarsak, dünya futbolunda her zaman kolay gol yenilebilmiştir. Ama zor gol atılmıştır... İşte bu da bütün sistemlerin rakamsal ve yerleşim olarak savunma prensiplerinden dayanak alarak bulunmuş, geliştirilmiş ve yenilenmiştir. Finaline dayandığımız Euro-2004 de buraya kadar yazdıklarımın yansımasıdır. Yunan Milli Takımı'nın grup maçlarında ağırlıklı olarak savunmada kalışı, "Hele buradan bir çıkalım" felsefesi içinde görülmüştür. Ama aynı Yunan takımı bu ilk hedefini vurduktan sonra eleminasyon sistemine girdiğinde, buradaki "Bir maçta bitiyor" gerçeğiyle rakibin sahasını fazla adamla kontrollü ve etkili kullanmaya başlamıştır. Yani Yunanlılar tam anlamıyla bir kupa maratonu oynamışlardı. Şimdi, daha doğrusu yarın Türk Milli Takımı'nın karşısına yine aynı prensiplerle donanmış bu kupanın finalisti Yunanistan ile çeyrek finalistlerinden Danimarka çıkacaktır. Benim milli takımımın bu günkü teknik direktörü Ersun Yanal ise, çok fazlaca oyunu ön taraftan düşünmektedir. Tabii bu ülkedeki "Hucüm futbolu" aşıkları da böyle bir oyun modeline prim tanımışlar ve tanımaya da devam edeceklerdir. Ve başımıza kötü bir şey gelirse de "Bu takımlara mı elendi?!" diye feryat edeceklerdir. Ama her zaman olduğu gibi bu iki rakibin Avrupa Futbol Şampiyonası'nda ne yapmış olduklarını unutacaklardır. Neyse bu şampiyona günümüz futbolunda takım oyunu, onun içindeki ağırlıklı defans ögeleri, yıldızların da ancak bu olgu içinde iş yapabilmeleri çizgisinde olduğunu kanıtlamıştır. Yani futboldan gelme yorumcuların, ya da futbola amutta bakanların "Yıldız yok" feryatlarının yine boş olduğu açıkça ortadadır. Yıldız olacaksınız ama önce takım oyuncusu, takım felsefesi ve de fizik gücünüze göre takım savunmasının içinde bulunacaksınız. Şu satırlara kadar sıraladığım gerçekleri Milli Takımımız'da, yarın Avrupa kupalarında mücadele edecek kulüp takımlarımızda görmeyip, "Bizde kendine oynayan yıldızlar var" yalanının peşinden koşarlarsa hayal kırıklığı kaçınılmaz olacaktır.