> Gülçin Esen Her aile, okula giden çocuğuyla tekrardan okula başlar. Fakat bu, ilkinden daha heyecanlı ve stres doludur. Kendi hislerini egale etmenin yanı sıra, çocuklarının da kaygılarını, korkularını, heyecanını, paniğini bastırmak zorundadırlar. Öncelikle "Acaba çocuğum okula alışabilecek mi?", "Ortama uyum sağlayabilecek mi?", "Başarılı olacak mı?", "Eşyalarına sahip çıkabilecek mi?", "Koşturup, terleyip hasta olur mu?", "Yemek seçer ve okulda aç kalır mı?" gibi soruları zihninizden salın gitsin. Düşüncelerinizin hâl ve hareketlerinize de yansıyacağını düşünürsek, tüm bunlar çocuğunuzun kaygısını körüklemenize sebep olacaktır. Siz paniklerseniz, sizi model alan çocuğunuz da panikler. Soğukkanlı, sakin ve rahat olun ki çocuğunuz da bu hissiyatlarınızdan nasiplenip okula güven duysun. Sakin olun ki çocuğunuzun hırçınlıklarına, yakınmalarına, ağlamalarına anlayışla yaklaşabilesiniz. Bu hâllerin "ayrılık kaygısından" doğduğunu unutmayınız. Bu davranışların altında çocuğun, "Annem babam beni bırakıp gidecekler, almaya gelmeyecekler!" şeklindeki düşünceleri yatar. Çocuğu bu kaygıdan kurtarmak adına, okulun ilk günleri çocuğunuzun yanında kalabilirsiniz. SORULARLA BOĞMAYIN Yanında kalmayacağınız dönem geldiğinde ise dürüstçe kendisine bu durumu söylemelisiniz. "Hoşça kal" demeden okuldan, habersiz ayrılmamalısınız. Eve geldiğinde gününün nasıl geçtiğini sorun, lakin ısrarcı ve aşırı meraklı sorularla tedirginliğinizi de belli etmeyin. İyi bir dinleyici olmayı tercih edin. "Ne yedin, ne içtin, çok koştun mu, üstünü başını niçin kirlettin?" gibi sorularla çocuğunuzu soru yağmuruna tutmayın. Çocuğunuza inanın. Onun, sizsiz de yaşayabileceğine, zorlukların üstesinden gelebileceğine inanın. "Bak biz senin arkandayız, sana destek oluyoruz, güveniyoruz. Artık yavaş yavaş büyüyorsun?" gibi samimi, güven verici ve cesaretlendirici sözler ile ona ihtiyacı olduğunda her daim yanında olacağınızı ama artık tek başına da birçok işin üstesinden gelebileceğini ima edin. Unutmayın, artık o minik bebeğiniz değil. Kendi yemeğini yemeyi, kendini ifade edebilmeyi, eşyalarına sahip çıkmayı öğrenmesi gerekmekte. Siz bu süreçte ona sadece rehber ve destekçi olmakla mükellefsiniz. Çocuğunuzu başkaları ile kıyaslamayı aklınızdan bile geçirmeyin. Bu, çocuğunuzun özgüvenine yerleştirilmiş yüksek tahripli bir bombadır. "Bak Ece ağlamıyor!", "Ali eşyalarını kaybetmiyor!", "Bak Can yemeğini kendi yiyor!" tarzındaki hitaplarla okul hayatını daha en başından rekabetçi bir ortama dönüştürmeyin. İleride rekabet etmek zorunda olduğu yeterli sayıda ortama girecektir zaten. Çocuğunuzun bir yarış atı olmadığını kabul edin. Ayşe Hanım'ın kızı, Mehmet Bey'in oğlu gibi olmadığını da kabullenin. Sizin çocuğunuz kendine has özelliklere, yeteneklere sahip. Hedefiniz, okul ile çocuğunuzun şimdiye kadar sizin bile fark edemediğiniz yeteneklerini ortaya çıkarmak ve var olanları geliştirmesine yardım etmek olmalı. Her şeyi onun yerine yaparsanız hayatta da başarılı olamaz Sosyal yaşamını uyumlu bir şekilde yürütmesini sağlayacak ipuçları verin. Ama asla aşırı koruyucu ve baskıcı tavırlar sergilemeyin. "Öğretmenine hatrını sor!", "Sakın ağzını bile açma!", "Sakın taşa oturma!", "O hırkayı çıkarma, üşürsün sonra!" gibi emir kipi içeren cümlelerden kaçının. Zaten siz onun yerine düşünür, onun yerine yapar ve onun hayatına karışmaya devam ederseniz çocuğunuz sadece okulda değil hayatta da başarılı olamayacaktır. Bu tür koruyuculuk, çocuğu kararsızlığa ve kendine karşı güvensizliğe itecektir. Unutmayınız ki çocuğunuzu mutlu ve huzurlu kılacak, başarıya götürecek şey onlar için neler yaptığınızdan çok, onlara kendileri için neler yapmayı öğrettiğinizdir. Başka bir deyişle neler öğrenmesine izin verdiğinizdir. Çocuğunuz için endişelenmeyin, onlar sandığınız kadar güçsüz ve aciz değiller. Temkinli olun ama kendi ayakları üzerinde durmalarına izin verin. PENCERELER Emre Erdoğan emre.erdogan@ihlaskoleji.com HAKKINDA BİLMEDİĞİNİZ 3 ŞEY: GÖZ Bu organın yapısı göz kamaştırıcı Çürük evrim teorisinin sahibi Charles Darwin bile der ki: "Gözün yapısını düşündükçe hayretten tepem atıyor." Tabii böyle demesi, düşüncelerini değiştirdiğini göstermez; fakat göz, gözün yapısı, görme yeteneği filhakika olağanüstüdür ve ibretliktir. > Gözlerimizi neden kırparız?: Gözlerimizi günde yaklaşık 15.000 kere açıp kapatırız. Bu, her 15.000 seferde göz kapaklarımız, gözlerimizi temizler ve nemlendirir, çünkü gözlerimiz açık kaldıkça kurur ve bulunulan ortamdaki hava temiz de olsa dumanlı/tozlu da olsa kirlenir. > Kırk yaşından sonra eskiyor: Gözlerimizin kalitesi genelde 43-50 yaşları arasında düşmeye başlar. Yani her insan yaşlandıkça daha kalitesiz görmeye başlar. Bunun sebebi ise gözün içinde bulunan lenslerin odaklanma kabiliyetinin yaşlandıkça azalmasıdır. > En iyi kameranın lens hızı bile gözlerimizin yanında bir hiçtir: Üretilebilen en hızlı fotoğraf makinesi lensi bile bir noktaya odaklanmak için en az 2 saniyeye ve ayrıca fiziki güce ihtiyaç duyar. Gözlerimiz ise, baktığımız yere anında odaklanır, bunun için ayrıca bir güç gerekmez ve biz bu odaklanma işlemini fark etmeyiz bile. tweetçi Utku Öztürk twitter.com/twtci utku.ozturk@ihlaskoleji.com istiklalAkarsu Ey tokalaştıktan sonra "yanaktan da öpeyim mi acep" stresi yaşatan az samimi olduğumuz insanlar, ömrümüzü yediniz, verem+kanser ettiniz. onderseren iphone6 kablosuz şarj olcakmış, i7 bulaşık yıkayabilcekmiş, i8 açık kalp ameliyatı yapabilcekmiş, i9 iyilerin dostu kötülerin düşmanı olcakmış. gecegelenariza Apartmandaki ışık söndükten sonra ışık sensörü beni algılasın diye Anadolu Ateşinden birkaç figür sunarım.. resulertas Bir insan konuşurken en çok hangi özelliğini ortaya çıkarmaya çalışıyorsa, bil ki onda en eksik özellik o. klavyeozurlu Annelerimiz Twitter kullansaydı nasıl olurdu? Çocuklar, terli terli su içmeyin hasta olursunuz. (Ali'nin Annesi ve+100 kişi daha bunu RT yaptı) beyinterk Şehirlerarası yolculukta yanında oturan yaşlı adama tıp okuduğunu söyleyen genç, hayatının hatasını yaptı. tootsieroll Mahalleyi ilaçlayan kamyonetin şoförüne işler nasıl gidiyor diye sordum, sinek avlıyoruz dedi. babalık Otobüste boş yer gördüğünde, Amerikan futbolcuları gibi üzerinize yardıra yardıra gelen teyzeye 'sakin ol şampiyon!' denir. paylaşım merkezi Talihlisiniz! > Eğer buzdolabınızda yiyeceğiniz, üzerinizde elbiseniz, kafanızı sokacak bir eviniz ve uyuyacak sıcak bir yatağınız varsa; dünya nüfusunun dörtte üçünden, maddi yönden üstünsünüz. > Eğer bankada (veya yastığınızın altında), cüzdanınızda, cebinizde az da olsa paranız varsa; dünyanın yüzde 8 zenginleri arasındasınız. > Eğer hayatınızda henüz savaşın acı tecrübesini hiç tatmadıysanız, hapis yatmadıysanız veya işkence görmediyseniz, açlık sınırında yaşayıp bir lokma ekmeğe muhtaç kalmadıysanız; şu zamanda bunları yaşayan ve ızdırap çeken 500 milyon insandan daha talihlisiniz. > Eğer bu yazdıklarımı okuyabiliyorsanız dünyadaki 3 milyar okuryazar olmayan insandan daha talihlisiniz. BİLİYOR MUYDUNUZ? Aklınızdan herhangi bir rakam seçin, 2 ile çarpın, 10 ekleyin ve 2'ye bölün. Eğer işlem sonundaki rakamdan, ilk başta tuttuğunuz rakamı çıkarırsanız sonuç her zaman 5 olacaktır. LÜGATİ'T UYDURUKÇA Bin yıllık Türk-İslam tarihinde aşağıdaki uydurukça kelimelerin hiçbiri yoktu. Uydurukça Türkçe Şans Talih Gereksinim İhtiyaç Bilinç Şuur Dergi Mecmua Giysi Elbise kalemin yazdıkları "İnsanın öğrenmesi gereken ilk dil tatlı dildir." Barış Manço etkili- yorum Salih UYAN salih.uyan@ihlaskoleji.com Artık kafama takmıyorum! Kişisel gelişim furyasını eleştiren yazılardan gına geldi, biliyorum. Ama geçen gün bir konuda istişare ettiğim arkadaşım, "İçindeki çocuğu dinle, negatif limanlardan zincir al artık!" falan deyince dayanamadım işte. Etrafta herkes sanki parmağıyla dünyayı devirecek gibi dolaşıyor. Çünkü okudukları kitaplar hep aynı şeyi haykırmakta: "Sen yaparsın aslanım, sen kralsın, sen aslında dünyanın en akıllı adamısın!.." Atılan sloganlara, verilen içi boş mesajlara bakınca insan bir şeyin çok iyi farkına varıyor. Bu sektörde ekmek yiyenlerin tek amacı insanlara eksiklerini, kusurlarını unutturmak olmuş. Yani bir nevi illüzyon yaşatarak mutluluk oyunu oynatmak... Hani kişisel gelişimcilerin meşhur yöntemidir. Yazın bütün zaaflarınızı kâğıtlara. Yazdınız mı? Haydi gidiyoruz. Nereye? Kâğıtları toprağa gömeceğiz. Sonra? Unutacağız hepsini. İyi de güzel kardeşim, zaaflarına cenaze merasimi yapacağına bunları gidip odanın duvarına assan daha iyi olmaz mı? Sonuçta diri diri gömüyorsun hepsini. Başucunda olursa en azından yatmadan önce bir bakarsın, nasıl düzeltirim kendimi diye düşünürsün. Zaaflarını görmezden gelerek negatif limanlardan pozitif sulara akamazsın. Bu tür kitapları çok okuyorsan muhtemelen Ferrari'n de yoktur. Yani bilgelik uğruna onu da satamazsın. Öyleyse içimizdeki çocuğu dinleyip saçma sapan şeyler yapmak yerine gerçekçi olmamız lazım. Mesela benim oğlum neredeyse beş yaşına geldi, hâlâ takla atamıyor. Şimdi bu çocuk iki ay sonra gelip, "Baba, ben jimnastikçi olmaya karar verdim" dese ne yapmam gerekir? Kişisel gelişen ve geliştiren bir baba olarak bir sonraki olimpiyatlara yetişmek için hemen çalışmalara başlamam lazım, değil mi? Ama "Ne jimnastiği oğlum, sen git önce bir takla atmayı öğren!" desem kesin bir kitabın "Bilinç Fakiri Babalar" bölümüne örnek vaka olarak girmeyi hak ederim. Yan sayfada da oğlunu motive edip dünya şampiyonu olmasını sağlayan bir babanın hikâyesi yer alır muhtemelen. Tabiatımız gereği gerçeklerle yüzleşmeyi sevmiyoruz. Aslında bir hiç olduğumuzu anlatan kitapları okumadığımız için telkin yoluyla kusurlarımızı unutup mutlu olmayı tercih ediyoruz. Hani meşhur bir fıkra var: Çok affedersiniz, adam ağır ishal olmuş. Bakmış geçecek gibi değil hastaneye gitmiş. Danışmadaki görevli de teknik bir hata sonucu adamı gastroenterolog yerine psikoloğa yönlendirmiş. Bizim eleman birkaç gün gidip gelmiş hastaneye. İki hafta sonra da bir arkadaşıyla yolda karşılaşmışlar. Arkadaşı, "Ne oldu senin hastalık, geçti mi?" diye sormuş. "Yok, geçmedi" demiş adam. "Ama artık kafama hiç takmıyorum." Bizimki de o hesap herhalde...