1924 Anayasası tek başlı bir sistemi öngörüyordu. 1961 Anayasası ile iki başlı bir sisteme geçildi. 1982 Anayasası ise 1961 anayasasına göre çok daha ağır hükümlerle yürütme ve yasamanın elini bağladı. Tabiri caizse ülkeye "vesayet rejimi" getirmişti. 1961 ve 1982 anayasaları darbeleri önlemek şöyle dursun darbelere yol açmıştı. Ancak bu yapılan darbeler ülkeyi her bakımdan yarım asır geriye itti. Şu anda anayasanın bazı maddelerinin Avrupa Birliği standartlarına uygun hale getirilmesi gereklidir. Yargı ile yürütme, yargı ile yasama arasında kırmızı çizgi net ve kesin olarak çizilmelidir. Yargının, yasama ve yürütmenin yetkilerini gasbı önlenmelidir. Elbette yargı bağımsız ve tarafsız olmalı ve hukukun üstünlüğü sözde değil özde olmalıdır ancak yargıda Avrupa Birliği standartlarının yakalanması için uluslararası kriterlerin gerektirdikleri de yapılmalıdır. Demokrasinin olmazsa olmaz şartı çok partili rejim ve hukukun üstünlüğüdür. Almanya'da Anayasa Mahkemesi üyelerinin tamamını parlamento seçer. Polonya ve Macaristan Almanya gibidir. İspanya, İtalya ve Portekiz'de üyeler hükümet ve parlamento tarafından seçilir. Fransa'da ise 9 üyenin 3'ü cumhurbaşkanı, 3'ü meclis ve 3'ü senato tarafından seçilir. ABD'de Anayasa Mahkemesi yerine Yüksek Mahkeme vardır. Üyelerin hepsini başkan tayin eder ve senato onaylar. 28 Şubat 2010 tarihli Radikal gazetesinde Ahmet İnsel'e göre: "Herkes farkındadır ama tekrarlamakta fayda var. Türkiye'de vesayet rejimi artık fiilen yürürlükte değil..." Osmanlının yükseliş devrinde adalet, güvenlik, din ve inanç özgürlüğü örf ve âdetlerini korumak en üst seviyede idi. Başta adalet olmak üzere bu değerlerde çöküş ile Osmanlının duraklama ve çöküş devri başladı. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 ülkeye çok zarar verdi. Hiçbir devlet iki başlı olamaz. Maalesef yargı reformuna bazısı açıkça bazısı dolaylı karşıdır. Ve hiçbir kurum darbe Anayasası ile elde ettiği ayrıcalıkları kaybetmek istemez. Ama kurumlar arasındaki gerginlik Anayasa'da değişiklik yapmaya engel değildir. Statüko çağın standartlarına karşı çıkacaktır. Ne cumhuriyet ne laiklik ne de yargının bağımsızlığı tehlikede değildir. Asıl tehlike darbelerle elde ettiği gücün elinden gitme korkusudur. Güçlü Türkiye "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünün artık slogan olmaktan çıkıp hayata uyarlanmasıyla mümkündür.