Yıllardır tartışılır durur. 1982 Anayasası'nın toplumun gereksinimlerine yeterince cevap vermediği, Türkiye'nin insan haklarını merkeze oturtan ve çağı yakalamış temel bir hukuki belgeye ihtiyaç duydugu sık sık anlatılır, yazılır, çizilir. Anayasa tartışması, 22 Temmuz seçimleri sonrasında tekrar gündemdeki en üst sırayı aldı. Hem de daha önce hiç olmadığı kadar sıcak bir gündem maddesi haline geldi. Türkiye, şimdi çağdaşlaşma yolunda gereken adımları atıyor. Atıyor ama eleştiriler de birbirini izliyor. Anayasa tartışmasında perde cumhurbaşkanlığı sorunu üzerine ortaya atılan bir iddiayla açıldı. Emekli Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, cumhurbaşkanı seçimi için Anayasa'nın 102'nci maddesinde öngörülen üçte iki çoğunluğun, sadece karar yetersayısı değil, aynı zamanda toplantı yetersayısı olduğu iddiasını ortaya attı. Anamuhalefet partisi CHP, bu iddiayı hemen kucakladı. Ancak görünen o ki; CHP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uyguladığı politikadan bir türlü sıyrılamamış. Sivil anayasa arayışının rejimin değiştirilmesi için zemin oluşturduğunu iddia ediyor. Lafın kısası, CHP tükeniş çizgisine varmış. Yeni bir söz bulamıyor; iktidarın önüne duvar örecek yeni politikalar üretemiyor. Lafla peynir gemisi ise yürümüyor. Klasik muhalefet korosunun üyeleri çok. Burda saymakla bitmez. Biz, bir örnek daha verelim. Meclis eski başkanlarından Hüsamettin Cindoruk, laiklikle ilgili 24. maddenin değişmesi halinde cumhuriyetin yıkılacağını ya da Türkiye'nin Malezya'ya döneceğini söyledi. Oysa ki, Cindoruk'un hukukcu kimliği var. Sivil anayasanın daha iyi nasıl yapılacağına ilişkin bir fikir ortaya koymak yerine sivil anayasaya karşı çıkan muhalefet korosunda yer almasının sebebi nedir? İşte, bunu anlamak zor. İşin bir başka boyutu var ki; o daha ilginç. Yeni meclisin sivil anayasa çıkaracak durumda olmadığını söyleyenler de var. O zaman bir an için durup düşünmek lazım. Her iki kişiden birinin oyunu alan bir iktidarın temsil kabiliyeti ya da sivil anayasa çıkarma durumu olup olmadığı nasıl tartışılır? Yeni meclis bir öncekine göre çok daha fazla toplumu temsil ederken, bu olsa olsa yeni anayasaya karşı ön yargıyla yaklaşma olur. İktidarı hedef alan gerçekci bir muhalefet değil. Bu tartışma daha çok sürecek gibi. Üstelik, darbe tam tamları çalanlar çoktan sokağı indi. Sözün kısası, ister hukukcu, ister siyasi kimliği olsun hiç kimse Türkiye'nin önünü açacak altın formülü ortaya koymuyor. Belki de aklı fikri yetmediği için (!) kolaya kaçıyor. Yıkıcı, kökünden baltalayan, açılımı kesen bir eleştiri geleneğini sürdürmenin kime ne faydası var? AK Parti, bina çıkarken bir tuğla da siz koyun. AK Parti'nin boyun eğmek zorunda kalacağı iddia edilen "mahalle baskısı" havasının önünü kesecek ama açık, kapalı, inançlı, inançsız demeden bütün toplumu kucaklayacak ve üniversiteleri "tek tip" adam yetiştiren zihin fabrikaları değil, çağın ötesine koşan bilim yuvaları haline getirecek formülü siz ortaya koyun... Düşünen, araştıran, sorgulayan bireyleri dışlayan, ezberci eğitim sistemini üniversitelerde kökleştiren ve bu kurumları çağın gerisine düşüren AK Parti iktidarı mıydı? Türkiye'yi yarı demokratik ülkeler içinde 21. sıraya oturtan AK Parti hükümeti midir? Bir an durun ve düşünün. Sivil anayasa kimin tekerine çomak sokacak? Bütün bu telaşın arkasında kimler var? Tanzimattan bu yana, bu memleketin havasını, suyunu, toprağını asıl sahiplerinden çok daha fazla sahiplenen oligarşik elit zümre mi? Sözde demokratik özde totaliter bir rejim oturtanlar, şimdi kerpetenin azı dişlerine yapıştığını mı hissediyor? Türk hukuk tarihinin yazdığı kazanılmış haklar acaba milletin mi yoksa oligarşik elitlerin mi imtiyazlarıdır? Kamuoyunda korku kültürü yayan "karşı devrim anayasası" söyleminin ardında yatan sebeb gerçekte bu mudur?