"O günlerde Devlet Başkanı İnönü'nün (İki kolorduyu veririm fakat Falih Rıfkı'yı vermem) dediğini, ona yakın olan çevrelerden işitmiştik. "O ne karanlık günlerdi. Gençler dinsiz yetiştiriliyor. Türk tarihi unutturuluyor. Baba oğlunun dilini anlamaz hale getiriliyordu. Köy entitülerinde din ve ahlak yoksunu metodlarla öğretmen yetiştiriliyordu. Sanki kızıl komünist programları Türkiye'de tatbik edilmekte idi."
Bu şaşkın akıntıyı acı acı gördükçe, bunun sonu nereye varacak diye, yemekten içmekten kesilmiştik. Üzerinde çok hakkım olan eski bir dostun, halk partisi bucak başkanı vardı. Bir konuşmamızda ona dert yanmıştım. (Aziz dostum! Bu iş devlet işidir. Başka yerlerde böyle konuşma! Her yer hafiye dolu. Başına bela alırsın. Dosyamızda gizli karar var. 1970 yılına kadar, yobazlar kalmaz, ölürler. Müslümanlığı bilen kimse bulunmaz olur. Kur'an'a çöl kanunu, İslamiyete de Arap dini denir. Türk başka Arap başka. Pis Arapların dininin, medeni Türkiye'de yeri olmayacak. Biz garplıyız. Her şeyimiz modern olacaktır.) gibi şeyler söyledi. O günden beri ağzımı kapadım. İslamiyete elveda denecek olan 1970 senesine daha otuz sene var diyerek, o meşhum seneye yetişmem diyordum. Fakat o senede bulunacak evlatlarımızın halini düşündükçe, kederimden aklım gidecek gibi oluyordu.
Kimseye bir şey söyleyemez, kimseye nasihat veremez, kimsenin yanında Allah diyemez olduk. Alay edilmek, eziyyet görmek korkusu ile kimse camiye gidemez oldu. Koca Şehzade Camiinde beş-altı ihtiyar ile Cuma namazı kıldığımızı hatırlıyorum. Her yıl çok sayıda mescid kadro dışı bırakılarak, kapatılıyor, yıkılmaya terk ediliyor. İyi durumda olanları halk evi yapılıp, konserler veriliyordu. Güzelim Sultan Ahmed ve Edirnekapı Camileri asker koğuşu, bir çokları da depo yapılmıştı. Devlet dairelerinde rüşvet tabasbus, irtikap alabildiğine yürümüştü. Devlet malı deniz, yemeyen domuz yaygarası dillerde destan olmuştu.
İnönü'nün Çankaya'da seri halinde verdiği ziyafetlerde, davetlilerin çaldıkları çatal kaşık sayısının anlaşılamayacak kadar çok olduğunu, çeşitli yerlerden duymuştum. Balık baştan kokar atasözü, ağızlarda dolaşmakta idi. İkinci Cihan Harbi patlayınca, Almanlar hergün bir devleti işgal ediyorlardı. İşgal edilen memleketler, kendiliğinden harp sahası oluyordu. Allah bu temiz millete acıdı. Almanlar stratejik ve politik sebeplerle, Türkiye'yi işgal etmedi. Böylece harbe karışmaktan kurtulduk. Halk Partisi propagandacıları, Allahü teala'nın bu nimetini de istismar ettiler. Sizi cihan harbine karıştırmadık. Bize kul köle olun demek istediler. Bu millet hangi savaşa isteği ile girmişti ki, sizi harbe sokmadık diye milletin başına kaktılar. Halk partisinin o cehennem azabı gibi olan devrinde, köy kalkınması, özel sektör, işçi hakları, beş senelik plan gibi, milletin hayrına olan bir şey işitmezdik. Gazetelerde böyle şeyler okumazdık. Hele, muhalefet partisi, seçim serbestliği gibi, kelimeleri bilmezdik.
Her devrede mebus olan bir dostuma bunu nasıl başardığını sormuştum. (Her seçim zamanı gelince, Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker'in Keçiören'deki evine gider, icabeden hediyeleri verirdim. Gülerek, haydi listede varsın, üzelme!) derdi."