İslâm ülkeleri araştırmacısı Karen Armstrong'un, İngiliz The Guardian Gazetesinde çıkan yazısından sizlere bugün de nakletmek istiyorum: "İslâm ülkelerinin petrollerini sömürebilmek için Batılılar bu ülkelere en zalim diktatörlerini yerleştirdiler. Sonraları Batı'yı temsil eder hale gelen Amerika, CIA yoluyla pek çok ülkede iktidar değişikliği yapıp, Amerika'nın menfaatlerine hizmet edecek kişileri başa getirdi. Müslüman halklar, sevmedikleri kişileri başa geçirip başta tuttuğu için Amerika'ya diş bilemeye başladılar. İran'da, Irak'ta, Mısır'da ve daha pek çok yerde Amerikancı diktatörler ve yönetimler başa getirildi. Kısa görüşlülükle hareket ederek ve sırf kendi menfaatlerini düşünerek bu ülkeler yön veren Batılılar, gitgide sevimsiz ve nefret edilir duruma düştüler." Batı'nın çifte standardı "Bir yandan insan haklarından ve demokratik değerlerden dem vuruken, diğer yandan dikta yönetimleri ayakta tuttuğu için ABD, sahtekâr devlet olarak görülmeye başlandı. Çünkü bu halkların ne hakları vardı ne de protesto etme yetkileri. Yüzbinlerce Filistinli İsrail işgali yüzünden mülteci durumunda bulunurken hangi insan haklarından, hangi demokratik değerlerden bahsedilebilirdi? Kendi yöneticilerinin dayatmaları karşısında aciz bırakılan Amerika'nın Ortadoğu'daki baş müttefiki İsrail karşısında aciz bırakılan İslâm halklarından ne beklenecekti ki? Demokrasi adı altında yapılan zorbalıkları, laiklik adına yapılan zulüm ve baskıları, insan hakları maskeli işgalleri göre göre Batı'dan ve Batılı değerlerden tiksinmeye başlayan Müslüman kitleler, çareyi giderek İslâm'ı daha dindarca yaşamakta ve kendi kimliğine yani özlerine dönmeyi aramaya başladılar. Bir derin hakikati çok iyi anlamalı ve teşhis etmeli ve yöneticilerimize anlatmayalız. O da şudur ki: Sadece Müslümanlar diş bilemiyorlar Amerika'ya ve Avrupa'ya Müslüman olmayan ülkeler de bize Batı'ya en az Müslüman ülkelerin insanları kadar öfke ve kin duyuyorlar." Fundamentalizm bizim eserimizdir "Nerede Batı tipi bir toplum oluşmuşsa, orada mutlaka fundamentalizm de ortaya çıkmıştır. Nitekim ben hem Hıristiyan hem Yahudi hem de Müslüman fundamentalistleri yakından inceledim. Hepsinde de gördüğüm şudur: Bu insanlar modern toplumun, laik anlayışın hakiki imanı ve dini değerleri yok ettiği kanaatini taşıyorlar. Bu fundamentalistler hayatta kalma mücadelesi verdiklerine inanıyorlar. Saldırgan asla değiller fakat üzerlerine fazla gidildiği ve duvara dayandıkları zaman da çareleri kalmayınca, mecburen saldırıya geçiyorlar. Fundamentalistlerin büyük çoğunluğu şiddete asla başvurmazlar. Gerçek İslamiyette şiddet ve katliam, başkasına zarar ve intihar kesin olarak yasaktır. Fundamentalistlerin çoğu sadece imanlarını yaşamaya gayret ederler. Bunlar zalim iktidarları, dikta yönetimleri Allah'a havale ederler. Islahını isterler. Islahı ezelde takdir edilmemişse Allah'ın bir an belâlarını vermesi için dua ederler. Diğer taraftan Amerika Birleşik Devletlerinde bazı Hıristiyan gruplar vardır. Bunlar ülkelerindeki yönetimin karşı durulmaz bir güç tarafından bir an evvel yıkılıp yok olmasını bekler." Parantez içindekiler tek kelime ilâve etmeden ve çıkarmadan Karen Armstrong'un The Guardian'daki yazısından alınmıştır. Şurası gerçek ki, bir Müslüman yazarın bu derece objektif, ilmi ve gerçekçi bir değerlendirme yazısına henüz rastlamadım.