"Göğü biz kurduk ve onu elbette genişletmekteyiz." (Zariyat Suresi-47. ayet meali) 20. asrın ortalarına kadar bilim dünyası kâinatın donuk, hareketsiz olduğunu zannederken; Edwin Hubbel adında bir astrofizikçi 1929 yılında California'da kendi imal ettiği mükemmel bir stetoskopla gökyüzünü tararken yıldızlar dahil kâinatta ne varsa birbirinden uzaklaştığını tespit etti. Bu ise kâinatın şiştiğini, genişlediğini gösteriyordu. Evimizde perdeler kapalı otururken, sokağımıza bir ambulans geldiği zaman sesin gittikçe çoğaldığını duyarız. Ses azalıyorsa aracın bizden uzaklaştığını anlarız. Seste olan bu anlama ışıkta da olmaktadır. Bir kaynaktan gönderilen ışığın tayfı değişmiyorsa beyaz renkte kalıyorsa durağan (sabit) olduğu anlaşılır. Işık bizden uzaklaşıyorsa rengi kırmızıya doğru kayar. Eğer ışık kaynağı bize yaklaşıyorsa, o zaman mor renge doğru bir kayma olur. Demek ki sadece tayfı incelemek suretiyle ışık kaynağının bize yaklaşıp yaklaşmadığını anlayabilmekteyiz. Mademki her şey birbirinden uzaklaşıyor, bunu tersine işlettiğimizde, yani her şey birbirine yaklaştığında kâinatın bir noktadan başladığını göstermektedir. İşte kâinat bir noktadan başlıyor dediğimiz zaman onu bir başlatanın var olması gerekir ki, bu başlatan onu yoktan başlatmıştır. Bugün müspet bilimin kabul ettiği bu kâinatın bir noktadan başlaması En'am Suresi-101 ayeti kerimede bildirilmiştir. 20. yüzyılın en önemli bilim adamlarından gösterilen Stephen Hawking (A. Brief History of Time-Zamanın Kısa Tarihi) isimli kitabında şunu söylemektedir: Kâinatın gittikçe genişlediğinin bulunması, 20. asrın en büyük buluşudur. Neden bizden önceki insanlar bilmiyordu. Şaşarım. Oysa Müslümanlar Kur'an-ı kerim'de bildirildiği için 14 asırdır bu gerçeği biliyordu. Edwin Hubble isimli astronomi bilim adamı, yıldızların giderek birbirinden uzaklaştığını ve uzayın genişlediğini fark etti. Kur'an-ı kerim'de meâlen şu bilgi vardır: "Göğü biz kurduk ve onu elbette genişletmekteyiz" (Zariyat Suresi 117. ayet meali) Yıldızların birbirinden uzaklaşması, geçmişte (başlangıçta) bunların bir arada olduğunu gösterir. Genişleme tersine çevrilirse yani daralma olunca küçük bir noktaya gelinir. Bu ise yoktan var edildiğini gösterir. İslamiyette zaten her şeyin yoktan var edildiği (yaratıldığı) açıkça bildirilmektedir. Bilim adamalarına göre; yaklaşık 15 milyar yıl önce evrenin bütün maddesinin toplu iğne başı kadar küçük (hatta son derece küçük) sıfır bir noktada sıkışık olarak bulunduğunu hesapladılar. Bu noktanın patlaması ve uzaya dağılması sonucunda bugünkü evren ortaya çıktı. Dediğimiz gibi kâinatın sürekli genişlediği bilinmektedir. Bu genişlemeyi geriye doğru aldığımızda gittikçe küçüldüğünü dolayısıyla bir noktadan başladığını sıfır başlangıç noktasının da kâinatın yaratılışı olduğunu kabul etmek gerekir. Demek ki, kâinatın bir başlangıcı vardır. Bunu teyid eden ayet-i kerime meali şöyledir: "İnkar edenler, gökler ve yer bir arada iken, onu yarıp ayırdığımızı görmediler mi?" (Enbiya suresi-30. ayet meali). Zamanı geriye doğru sararsak, dünyamız ve güneş sistemi tek bir yıldızın bünyesindeydi. Bu dev yıldız da bir nebuladan yani gaz bulutundan doğmuştu. Kâinattaki trilyonlarca gaz bulutu da başlangıçta bir aradaydı. Yani yerle gök bir arada idi. Sonra Allahü teâlâ'nın asla idrak edilemeyen yaratması ile parçalara ayrılarak bugünkü kâinat meydana geldi. Kur'an-ı kerim'in 1400 küsur sene önce açıkladığı bu gerçeği bilim ancak yaşadığımız yüzyılda öğrenebilmiştir. Kur'an-ı kerim'de "Ben" Allahü teâlâ'nın zatı ile ilgilidir. "Biz" ise sıfatları ile ilgilidir.