Çoğu birlikte geçen 74 yıla dair söylenecek çok söz var ama ölüm ansızın girince araya insanı hayata bağlayan damarları bir bir kopuyor, sanki o da ölüyor. Tarifi mümkün olmayan bir sızı bu. Yüreğinden diline dolanan sözler önce boğazında düğüm oluyor sonra dudakların kilitleniyor, söz hükmünü yitiriyor. Kaderin garip tecellisi bu ya. Ölüm ve yaz yan yana. Güneş bedenleri, ateş düştüğü yeri yakıyor. İnsanlar ölüm acısını hatıralarla hafifletmeye çalışır. Sevenlerden bir can damar uzanır da yüreğine melhem olur geride kalanın. Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesinde başlayan hikâyemiz İzmir'de aniden gelen bir beyin kanamasıyla noktalandı. Elden ne gelir, Yaradan ezelde böyle takdir etmiş. Geride kalana susmak, sabretmek yaraşır. Doğruyu söylemek gerekirse kardeşim Hacı Abdullah Necati'nin vefatını yeni yeni anlıyorum. Telefonla, elektronik postayla ya da şahsen o kadar çok taziye mesajı aldım ki kaybını hissetmeye pek fazla fırsatım olmadı. Vefat sebebiyle Kelime-i Tevhid, Yasin-i Şerif, Hatm-i Şerifler göndermek suretiyle acımı paylaşan ve hafifleten siz sevgili dostlarıma minnet ve muhabbetimi anlatmak için kelime bulamıyorum şu anda. Kardeşimin okulla arası iyi değildi. Bu yüzden sanat okuluna gitti ve iyi bir mobilya sanatkârı oldu. Biraz özenti biraz da maddi sorunlar sebebiyle 1959 kışında Almanya'ya uğurladık onu. Sirkeci Garı'nda ona son kez baktığım anı hatırlıyorum da o karlı gecede nasıl da titreyerek sarılmıştık birbirimize. Az sonra ailesini ve çocuklarını da Stuttgart'ta yanına aldırttı. Tam 21 yıl didinip çalışarak ailesine baktı. İyi de birikim yaptı. 1980'de kesin dönüş yaptıktan sonra vefatına kadar kimseye muhtaç olmadan yaşayacak kadar birikim sahibiydi. İzmir'e yerleştikten sonra hayatını ihtiyaç sahiplerine adadı. Artık o, zengin hayırseverler ile fakirler arasında köprü olmuştu. Tek kuruş menfaat gözetmiyor, Rıza-ı İlahi'ye kavuşmak için gece gündüz yardıma koşuyordu. O artık "fakir babası"ydı. Maddi durumu yerinde olmayan öğrencilere burs buluyor, şehit yakınlarına, dul ve yetimlere kol kanat geriyor, evinden çıkamayan açların, toplumdan çekinen çıplakların imdadına yetişiyor, ameliyat için gereken gücü olmayanları hayırsever zenginlerle buluşturuyordu. Kemeraltı esnafı darda kalanlara onun eliyle ulaşırdı. Ancak hayatı pembe bulutlarla örülü bir hayalden ibaret değildi. Açık kalp ameliyatı başta olmak üzere mide, böbrek ve bel fıtığından en az 5 ameliyat geçirmişti. Hipertansiyon hastasıydı. Ama bunlar hizmet aşkını asla azaltmadı. Kardeşimin ölümünde de sanki bir hikmet gizli. Sanki, şanlı ve şerefli Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa'nın (Sallallahü aleyhi ve sellem) "İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür; nasıl ölürse öyle dirilir, nasıl dirilirse öyle haşrolur" hadis-i şerifi bir kez daha dile geldi. Ölüme giden ilk adım; sünnet olmaya hazırlanan 25 çocuğa yeni ayakkabılar almak için bir hayırseveri ziyarete giderken Konak Meydanı'nda otobüs beklerken gerçekleşti 18 Ağustos' ta öğle vakti. Sonra, aynı günün gecesi saat 23:00'te ağır bir beyin kanaması geçirdi ve yaklaşık 6 saat ameliyat masasında kaldı. Ama bir daha uyanmadı. 11 gün her şeyden habersiz komada yattıktan sonra emaneti teslim etti sahibine. 30 Ağustos günü sabah 07:00'de. Şimdi, 10 yıl önce vefat eden eşine kavuştu. Menderes Değirmendere Köyü'nde aile mezarlığına gömülü şimdi iki merhum da. Bu satırları yazmak, ağır bir fatura ödemek gibi geldi bana. 1974'ten bu yana yazdığım 13 bin yazıya bedel sanki. Ölüm zor, ayrılık acı ama devamlılık sadece âlemlerin Rabbi Allahü tealaya mahsustur. Yaradan, cümlemize ölümden önce rıza, son nefeste de iman ve şehitlik nasip etsin. Unutmayalım ki ahiret rotamızı, yaşarken biz çiziyoruz. Hepinizi sevgi ve muhabbetle kucaklıyorum...