Mahatma Gandhi'nin İslama bakışı

A -
A +

1869-1948 arasında yaşayan Gandhi, Batı Hindistan'ın tanınmış Hıristiyan bir ailesine mensuptur. Babası, Porbtandar şehrinin baş papazı idi. Çok zengindi. Lise tahsîli için, İngiltere'ye gitti. Tahsilini tamamladıktan sonra Hindistan'a döndü. 1893'te bir Hindistan firması, onu Güney Afrika'ya yolladı. Gandhi, orada çalışan Hindlilerin ne kadar ağır şartlar altında çalıştıklarını, ne kadar fena muamele gördüklerini müşahede edince, onların daha iyi siyasi haklara kavuşmaları için mücadeleye karar verdi. Kendini, Hindu milletine adadı. Tevkîf ve hapsedildi. Fakat mücadeleden yılmadı. Afrika'da 1914 senesine kadar kaldı. Tekrar Hindistan'a döndü. Hindistan'ın istiklale kavuşması için 1906'da Müslümanların kurduğu (Hindistan Müslümân Birliği) ile beraber uğraşmaya başladı. Babasının ve kendi servetinin hepsini bu uğurda harcadı. Çıplak vücuduna bir beyaz bez sararak ve yanında taşıdığı bir keçinin sütüyle geçinerek, pasif mukabeleye devam etti. İngilizler evvela ona güldüler. Fakat zamanla, bütün Hindistan'ı arkasından sürüklediğini hayret ve dehşet ile gördüler. Onu hapse atmak, hiçbir işe yaramadı. Gandhi'nin gayretleri Hindistan'ın istiklale kavuşması ile neticelendi... Gandhi, İslam dinini ve Kur'ân-ı kerîmi dikkat ile incelemiş ve Müslümanlığa hayran olmuştu. Bu hususta şöyle demektedir: "Müslümanlar, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp olmamıştır. İslamiyyet, dünyayı yaratana ve Onun eserine hayran olmayı emretmektedir. Batı, korkunç bir karanlık içinde iken, Doğuda parlayan göz kamaştırıcı İslam yıldızı, azap çeken dünyaya ışık, sulh ve rahatlık vermiştir. İslam dini, yalancı bir din değildir. Hindular bu dini saygı ile inceledikleri zaman, onlar da, İslamiyyeti benim gibi seveceklerdir. Ben, İslam dininin Peygamberinin ve Onun yakınında bulunanların, nasıl yaşadıklarını bildiren kitapları okudum. Bunlar, beni o kadar ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman, bunlardan daha fazla olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslamiyyetin sürat ile yayılması, kılıç sebebi ile olmamıştır. Aksine, her şeyden evvel sadeliği, mantıki olması ve Peygamberinin büyük tevâzuu [alçak gönüllülüğü], sözünü daimâ tutması, yakınlarına ve Müslümân olan herkese karşı sonsuz sadakati sebebi ile İslâm dîni birçok insan tarafından seve seve kabul edilmiştir. Müslümanlık, ruhbanlığı ortadan kaldırmıştır. Müslümanlıkta, Allahü teâlâ ile kul arasında aracılık eden kimse yoktur. İslamiyyet, başından beri sosyal adaleti emreden bir dindir. Yaratan ile yaratılan arasında, ayrı bir müessese yoktur. Kur'ân-ı kerîmi [yani onun tefsîrini ve İslâm âlimlerinin kitâplarını] okuyan herkes, Allahü teâlânın emirlerini öğrenir ve Ona tâbi olur. Bu hususta, Allahü teâlâ ile arasında hiçbir mâni yoktur. Hıristiyanlığın birçok eksikleri olduğu için, türlü reformlar yapılmak zorunda kalındığı halde, Müslümanlığın ise ilk günündeki şeklinden, hiçbir şey değiştirilmemiştir. Hıristiyanlıkta, demokratik ruh yoktur. Bu dine demokratik bir veche vermek için Hıristiyanların milliyet hislerinin artması ve buna göre reformlar yapılması îcâb etmiştir." Ne diyeyim, Müslüman olmadığı halde, İslamiyeti bu derece anlamak bazı Müslümanlara dahi nasip olmamıştır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.