1990'dan bu yana "Soğuk savaş" sona erdikten sonra; "Yeni Dünya Düzeni adı altında Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu'daki hadiselere doğru teşhis koymak gerekir. Aslında Osmanlının mirası kan ile tasfiye edilmektedir. Makedonya'daki çatışmalar bu kanlı tasfiye senaryosunun bir parçasıdır: Fazilet Partisi İstanbul Milletvekili ve Dışişleri Komisyonu üyesi Hüseyin Kansu, TBMM Genel Kurulu'nda "Makedonya krizi ve Balkan'lardaki son gelişmeler" üzerine gündem dışı yaptığı konuşmanın özetini, önemine binaen sizlere aktarmak istiyorum: "Balkanlar'da yaşanan her gelişme, Türkiye'yi çok yakından ilgilendirmekte ve doğrudan etkilemektedir. En basitinden, Balkanlar'da yaşanan her dramatik olay, burada yaşayan Türk ve Müslüman akraba toplulukları Türkiye'yi göçe zorlamakta, bu da bölgedeki siyasi ve demokratik dengeleri altüst etmektedir. 1878 Berlin Kongresi'nden bu yana yaşanan Balkan Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, soğuk savaş ve sonrasındaki Bosna-Hersek savaşı, Kosova'daki ve son olarak Makedonya'daki çatışmalar, daima bölgedeki Müslüman halkın aleyhine işlemiş, bu insanların da yüzü daima Anadolu'ya dönük olagelmiştir. Bütün bunları, Balkanlar'daki Osmanlı bakiyesini tasfiyeye yönelik olaylar olarak değerlendirmek gerekir. 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında kayıtları tutulmayan yüzbinlerce Müslüman Türk ve akraba topluluklar, Sancak, Kosova, Doğu Makedonya ve Batı Trakya'dan Türkiye'ye göç etmiştir. Bugün, Makedonya'da yaşanan silahlı çatışmaların ardında, o günlerde Doğu Makedonya'da olduğu gibi Batı Makedonya'daki sorunun en hassas noktasını nüfus dengeleri oluşturmaktadır. Makedonya'da on yıldır uluslararası gözlemcilerin izleyebileceği bir düzeyde nüfus sayımı yapılamamıştır. 1991 ve 1994'te yapılan nüfus sayımlarını, Arnavutlar protesto etmiştir. Müslümanlar arasındaki doğum oranının yüksekliği de yönetimi tedirgin etmektedir. Nisan ayı içerisinde AGİT gözetiminde yapılması planlanan Makedonya'daki nüfus sayımı öncesinde bu çatışmalar düşündürücüdür. Makedonya'daki Arnavutlar, ayrıca, kurucu millet olma, adil bir seçim sistemi ve ana dillerinde yüksek öğretim hakkı, askeri ve sivil bürokraside nüfusları oranında görev alabilmeleri gibi çeşitli demokratik haklarının verilmesini talep etmektedirler. Avrupa Birliği gibi çeşitli uluslararası kuruluşların da telkinleriyle, Makedon yönetiminin diyalog yoluyla çözüme yanaşma meyli, bölgenin huzur ve istikrarı açısından sevindirici bir gelişmedir. Cumhuriyetimizin ilanından bu yana Balkanlar'dan Anadolu'ya yaşanan göçlerde ise, resmi rakamlara göre toplam 504 bin 434 göçmen Türkiye'ye gelmiştir. Bu rakama, Mayıs ve Ağustos 1989 arası yaklaşık 400 bin Türk'ün Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçmesi -ki bu göç İkinci Dünya Savaşı'ndan bu tarihe kadar Avrupa'da yaşanan en büyük göç hareketidir- dahil değildir. Bu rakamlar açıkça göstermektedir ki, Türkiye Balkanlar'da yaşanan en ufak bir gelişmeye kulaklarını tıkayamaz, gözlerini kapayamaz. Türkiye'nin menfaatleri ve savunma öncelikleri de böyle bir ilgisizliğe asla müsaade etmez. Soğuk savaş sonrası dönemde, Balkanlar'daki ülkemiz çıkarlarının tehdidine yönelik en önemli gelişme, bölgede her olayda kendini hissettiren, Yunan-Sırp eksenidir. Bu eksen, Makedonya ve Bulgaristan üzerinden Türkiye'yi çevrelemeye yönelik girişimleri her geçen gün artırmaktadır. Şu sıralar, Makedonya'da patlak veren silahlı çatışmalar da dahil, Balkanlar'daki birçok meselenin ardında, Kosova'nın resmi siyasi statüsünün henüz belirlenmemiş olmasının payı da büyüktür. Kosova halkının büyük bir ekseriyetini teşkil eden Arnavutlar, Kosova'nın tam bağımsızlığını talep ederken, Batı, bu bağımsızlığa taraftar gözükmemekte, Kosova'nın gevşek bir şekilde Sırbistan'a bağlı kalmasını arzu etmektedir. Bu statünün ne şekilde belirleneceği, Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Karadağ, Yunanistan ve Sırbistan sınırları içerisinde yaşayan 7 milyonluk Arnavut nüfusu çok yakından ilgilendirmektedir. Bölgede dağınık bir şekilde yaşayan bu nüfus da, sonuçta Balkan denklemini etkilemektedir. Ülkemizin hiç arzu etmediği şeyin, bu denklemin bozulması, Balkanlar'da yeni karışıklıkların çıkması olsa gerekir. Türkiye, bölgede çıkması muhtemel bu tip karışıklıkları önlemek için uluslararası platformlarda her türlü girişimlerde bulunmaktadır. Balkan zirvesi ve Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı, bu planda en önemli platformdur."