Milli Takım'ın 2002 Dünya Kupası'ndaki başarısı Türkiye'yi tek yürek yaptı. Ve milleti birleştirdi. Türkiye'de yaşayanlar ve hatta dünyadaki 300 milyon Türk ve ortak değerleri taşıyan İslam Dünyası aynı sevinci paylaştılar. Paylaşılan sevinçler artar, sıkıntılar ise azalır. Psikolog Tuncay Özer'e göre; "Milli Takım sayesinde Türk halkının beynindeki (Berlin Duvarı)nın yıkıldığını; insanların önyargılarını parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur." Bu sevincin temelinde neler var? Kıbrıs, Avrupa Birliği, Küreselleşme konuları başta olmak üzere aynı görüşü paylaştığımız ve birkaç defa da açık oturumlarda birlikte konuşmacı olduğum Prof. Dr. Erol Manisalı'nın 26 Haziran 2002 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki "Bu insanlar neyi kutluyor?" başlıklı yazısını özet olarak naklediyorum: "Senegal'i eleyip ilk dörde kalınca insanlar neden bu kadar coşmuştu? Düşündüm, 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtı'nda gördüğüm coşku ve 22 Haziran 2002 günü halkın sokaklardaki sevinci birbirine benziyordu. Bu bir futbol ya da spor başarısı değildi. Yediden yetmişe futbolla ilgisi olmayan, çocuk, kadın, yaşlı nine, emekli memur ve her kesimden kızlı erkekli gençler ya Taksim'in yolunu tutmuş ya evine yakın bir meydanda toplanmıştı. Bu kesinlikle bir futbol zaferinin kutlaması değildi. Futboldan nefret eden nineler bile coşku içindeydi. Neydi bu? Futbol değilse neyi kutluyorlardı? Neydi sebebi? İnsanlar Türkiye'nin zaferini kutluyorlardı. Çünkü zafere susamışlardı, ezilmişlikten bıkmışlardı. IMF, Dünya Bankası memurlarını Ankara'da yönetici olarak gördükleri için utanmışlardı. Karen Fogg'ların Türkiye'yi aşağılamalarının hıncı birikmişti içlerinde. Hele içimizdeki uşaklar yok mu? Onlara bilenmişlerdi: Bu coşku onlara karşı ulusal bir tepkiydi. O "Türkiye Türkler tarafından yönetilemeyecek kadar önemlidir" diyen insanlar, utanmadan dergilere "Biz AB tarafından yönetilmek istiyoruz" diyen yaratıklara karşı bir tepkiydi bu; uşaklara, satılmışlara, kendi halkını aşağılayanlara karşı ulusal bir tepki. Çocuğu, kadını, genci, yaşlısı; cahili, okumuşu, aydını Taksim Meydanı'nda Türk bayrağına sarılmış dolaşıyorlardı. Bir kefen gibi Amerikan bayraklı tişörtünü sırtına geçirip dolaşan bukalemunlara karşı ulusal kimliği ile övünmek isteyen insanların coşkusu bu. Devşirinlerle, yabancı hayranlarına, misyoner hizmetlilerine karşı verilen bir tepkiydi bu; insanların yüzlerinde bunu okudum. Çiftçisini aşağılayan, ulusal sanayicisini yeren, işçisini yabancı şirketler karşısında işsiz bırakan dış boyunduruğa karşı bir başkaldırıydı bu coşku; yalnızca bir futbol kutlaması değildi. Gerçek halk Hazreti İsa'nın 12 havarisini temsil eden AB bayrağını Türkiye'de şimdiden dalgalandıran, onların misyonerlerine yataklık edenlere karşı ulusal bir coşku, toplumsal bir şölendi. Sırtlarında AB ve Amerikan bayrakları değil Türk bayrakları vardı; İşte bu gerçek halktı. Halkın kendisi idi; bazı sermaye çevrelerinin ve medyanın halk diye sunduğu sahtekarlar değildi. Neyi isteyip neyi istemediklerini kendileri söylüyorlardı, medya tekelini kesip atarak, aradan çıkararak; işte halk biziz diyorlardı. Ulusal kimliklerini yok etmek isteyenlere coşku ile başkaldırıyorlardı. İşte halk buydu. Halkın coşkusu kendisine dayatılmak istenenlere ulusal bir tepkiydi. Sadece Senegal'i elediğimiz için değil; bu zaferin halkın gerçek kimliğini göstermesine yardım ettiği için coşuyordu. Kendi ulusal marşını söylüyor ve elinde kendi bayrağını taşıyordu, başkalarınınkini değil. Bu halk küçülmek değil, büyümek istiyordu; yabancı malını tüketmek değil, kendi malını üretmek istiyordu; çocuklarına borç değil, refah devretmek istiyordu. Halk coşarak, bu nedenle yeri göğü inletiyordu.