Osmanlı Bahriye (Deniz) Kuvvetlerinde vazife yapan Osmanlı subayı, Kaymakam rütbesindeki Mustafa Bey (Kaptan) yurt içi ve Osmanlı toprakları dışındaki görevleri esnasında gördüklerini "Sergüzeşt" isimli eserinde topladı. Bu kitap misyonerlerin ve İngiliz casuslarının faaliyetlerini nakleder. Sadece 1700'lü yılların ilk çeyreğinde Osmanlı topraklarında binlerce İngiliz casusu bulunuyordu. Bu giderek artmış ve Osmanlı aydınlarının bazılarını da aralarına alarak Osmanlıyı yıkmak için çalışmışlardır. Elbette büyük tahribatı misyonerler yapmıştır. İngiltere her yıl 10-12 yaşlarındaki İngiliz çocuklar arasında testler neticesi en zeki ve kabiliyetli en az 40 çocuk seçer ve çoğu Osmanlı toprakları olmak üzere bütün dünya ülkelerine gönderirdi. Bu ülkelerde oranın örf ve âdetlerine ve dini bilgilerine göre yetiştirilen bu çocuklar ülkenin dilini konuştuğu gibi yöresel bir isim alırdı. Bunlardan sadece bir tanesinin hayat hikâyesi şöyledir: MR. John: "Ben ve arkadaşım Herbert'i 10 yaşında iken; İngiliz Misyon (Misyoner) Cemiyeti İstanbul'a gönderdi. İngiliz Sefarathanesinde (Büyükelçilik) görevli ve Cihangir'de oturan Kavvas Ali Ağa'ya teslim ettiler. Ali Ağa'nın çocuğu yoktu. Ali Ağa'ya çok sayıda altın verdiler. Bu senin oğlundur ve ismi de İbrahim'dir dediler. Herkese oğlun olduğunu söyleyeceksin. Örf ve âdetleriniz nasılsa öyle yetiştireceksin. Ayda bir Sefarethaneye getirip göstereceksin dediler. Ali Ağa, zevcesi Gülsüm Hanıma (İşte sana evlad getirdim, bunu büyüteceksin) dedi. Don, gömlek ve entari yapıp giydirdiler. İki takunya ayağıma geçirdiler. Ve bir gün elime on paralık kâğıt helvası sıkıştırarak mahalle çocukları arasına salıverdiler. Bir iki ay sıkıntı çektim. Türkçe bilmediğim için kimse bana ehemmiyet vermiyor, dilsiz diyorlardı... Akşam üzeri evimizin önünde toplanan çocuklarla top oynamaya başladım. Bir süre sonra çocuklara elebaşı olmuştum. Mektepte de hocaefendi teveccüh göstermeye başladı. Sesim iyi ve gür olduğundan Amme cüzünü güzelce okuyordum. Hatta ezberledim... İptidai ve Rüşti derslerine girdikten sonra Bayazıt Camii şerifinde Müderris Pala Bıyık Ali Efendinin ders halkasına dahil oldum... Sarf, Nahiv, Avamil, Kafiye, Mantık, Tasavvurat, Tasdikat, Kelâm, Fıkıh, Tefsir ve İla ahime gibi dersleri okudum... Arapça dersinde arkadaşlarım içinde birinciydim... Yaşım da otuzu buldu. İcazet aldım. Sünni müderris oldum... Dellâl oğlu Dikran isimli Ermeniden Fransızca öğrendim... İngilizce, Fransızca, Türkçe ve Arapça okur-yazar olduğumdan Hariciye Nezareti Tercüme Kalemine 500 kuruş maaşla memur oldum... Sadrazam Reşit Paşa'yı ziyaret eden İngiltere Sefiri Sefaret Kavvası Ali Ağa'nın mahdumu İbrahim Zeki Efendi memur alınmış memnun oldum deyince.. Reşit Paşa iltifat etti ve o günden itibaren siyasi ve harici işlerde beni çalıştırdı... Az zamanda maaşım 2 bin kuruş oldu. Ve hariciyede tercüme odası başı oldum. Misyon Cemiyetinden gelen bir emirle Londra'ya gitmek gerekiyordu. Sakal ve bıyıklarımı kesip tam bir Avrupalı kıyafeti ile tanıdıklara veda edince hayrete düştüler ve İngiltere'ye döndüm..." Herbert'in Mehmed Ali, Nebit'in Tahsin ve misyoner Let Hause'nin Hayri adı altında bizzat bu kişilerin ağzından dinlediği hayat hikayelerinin Osmanlı Bahriye subayı kaymakam Mustafa Kaptan "Sergüzeşt" isimli kitabında uzun uzadıya anlatır.