Çatışmalarda ezilen halk, savaşın bir an önce bitmesini ve suçluların adalete teslim edilmesini beklerken; muhalefet, daha şimdiden geçiş hükümeti hayalleri kuruyor. Ancak, bu taleplerin karşılanması için gereken siyasi atmosferin oluşmadığı gözleniyor. Suriye meselesine Batılı sponsorlar himayesinde çözüm üretilemeyecekse, Suriye'nin yakın çevresinden doğacak sürpriz ittifaklar bu boşluğu doldurabilir mi?
Aslında, bu soru İran'daki elitlerin hafızasını uzun süredir işgal ediyor. ABD'nin, stratejik ağırlığını Asya'ya kaydırmasıyla Ortadoğu'da açılacak boşluğa Ankara ile beraber yerleşme hesapları yapıyorlar. Bu konuda Ankarayı ikna etme gayreti içindeler. Ankara'ya, "Suriye'deki değişim sürecini, bölgesel ortaklar birlikte yürütsün," düşüncesini pompalıyorlar.
Bunu yaparken, Ankara'ya, Esad'ın yerini alabilecek güçlerin ilerde Türkiye'nin güvenliğini de tehdit edebileceğine dair dosyalar servis ediyorlar. Bugün silah desteği verdiğimiz muhalif gruplar, yarın silah sevkiyatını kestiğimizde, bize nasıl yanıt verecek, namlunun ucu bize de döner mi, bunu kestirmek güç. Cenevre-1 sonrası, Batı-İran yakınlaşmasının Türkiye'nin bölgedeki jeopolitik önemini kısmen de olsa daralttığını da göz ardı edemeyiz. Bu şartlar altında, Tahran'ın teklifi kulağa hoş geliyor. Bu karmaşık fotoğrafa ABD'nin "Suriye'de dereyi geçerken atı değiştirdiği" realitesi de eklendiğinde, Ankara'nın bu işin çözümünde İranla ortak hareket etme pratiğine ağırlık vermesi akla ve mantığa yakışıyor.
İran siyaseti ihtiyatlı ve soğuk kanlıdır. Tahran, ihtimal hesaplarını sever ve ince siyasetten de anlar. Ankara'ya yapılan bu teklifin başka açıları da var. İran, bölgedeki can simidi Esad'a dört koldan destek verse de Esad sonrası Suriye senaryolarına da hazırlık yapıyor. Bölgedeki İslamcı gruplar üzerinden Suriye'de varlık gösteren İslamcı muhaliflere uzanmaya çalışıyor.
Suriye'nin küllerinden doğan ittifak ihtimali, katmanlarını kazıdıkça derinlere inen bir nitelik taşıyor.
İran ve Türkiye, oyun kurmaya kalkarsa birbirlerini ne kadar ikna edebilir ya da bu oyunu nasıl kurarlar? sorusu işin en tartışmalı boyutunu oluşturuyor. Zira, İran Şii hilalinde, Türkiye Sunni eksende başı çekiyor. İki ülke, kendi kırmızı çizgilerini zedelemeden, mezhepsel ve etnik ön yargılardan sıyrılıp Şam'da tokalaşabilir mi? İşte bu, 100 puanlık uzman sorusu.
Ankara'nın Baas rejiminin son bulmasına dair retoriğini öteleyerek Şam'daki siyasal değişime Faruk el-Şara'nın öncülük edebileceği yönündeki açıklamaları, Türkiye'nin Suriye krizinde aniden frene bastığı ve tutum değişikliğine gittiği şeklinde algılandı. Ancak, Şara'nın Esad tarafından görevden alınması bu planı akabete uğrattı. Buradan şuraya varıyoruz: Artık Türkiye, ABD'nin siyasi U dönüşüyle içine düştüğü siyasi yanlızlıktan sırılmak için farklı siyasi senaryoları öncelemeye hazır. Bu doğrultuda, İranlı siyaset yapıcılar, Suriye yönetimini değiştirip,dönüştürmeyi başarabilecek başka bir isimle Ankara'nın kapısını çalarsa, iki ülkenin Suriye'de reform yapabileceğine dair senaryolar dışişleri koridorlarına hareket getirecektir.
Tüm bu stratejik tartışmalar içinde en can alıcı konu, İran ve Türkiye'nin, Şam'daki yeni siyaset yapıcıların kim olacağına ilişkin ortak irade ortaya koyup koyamayacağıdır. Yani, İran ve Türkiye'nin Suriye'nin geleceğine dair çıkar ve beklentileri örtüşecek midir? Tahran, İsrail karşıtı küresel cephenin lojistik üssü Suriye'de nereye kadar ödün verebilir? Türkiye, aldığı tavizleri ne ile karşılayacaktır? Bu sorular uzayabilir. Ancak, mezhep farkına rağmen bu ittifak bölgeyi Haçlı sömürüsüne kapatabilmek açısından can simidi vazifesi görebilir.
Ortadoğu'da liderliğe oynayan iki ülkenin, Türkiye ve İran'ın, Suriye üzerinden çatışması ne ilktir ne de son. Bugün gelinen noktada, Tahran ve Ankara'daki akil adamların tamamı, Suriye krizinin derinleşmesinin hiçkimsenin çıkarını beslemediği görmüştür. Her iki ülke de, Suriye krizine çıkış yolu bulunması için el sıkışmalıdır. Sebebi ve gerekçesi ne olursa olsun savaşın kazananı yoktur.