Eski zamanlarda bir kimse büyük bir suç işler. İdama mahkûm olur. Bu kimse idam edileceği zaman, nasıl olsa öldürüleceğim diye, "Hükümdar şöyledir; hükümdar böyledir" diye ağzına gelen bildiği kötü sözleri haykırmaya başlar. Biraz sonra hükümdar gelir. Oradaki iki vezirden birine sorar: - Bu adam deminden beri ne söylüyordu? Birinci vezir der ki: - Hükümdarım, bu adam, "Affedenlerin yeri Cennettir" diyerek sizden af talebinde bulunuyordu. Bunun üzerine hükümdar suçluyu affeder. Fakat ikinci vezir, ortaya atılıp der ki: - Hükümdarım, bu vezir yalan söylüyor. Bu adam size kötü sözler söylüyordu. Hükümdar, doğru söyleyen vezire der ki: - Ey vezir! Öteki vezir yalan söylemekle bu mahkûmu kurtarmıştı. Sen ise yersiz doğru söylemekle hem mahkûmun, hem de vezirin ölümüne sebep olmak istiyorsun! Hükümdar, yersiz doğru söyleyen veziri azleder, yalan söyleyerek bir suçluyu kurtaran veziri de kendisine sadrazam yapar. Bunun gibi, fitneye, ölüme sebep olacak işlerede bunları önlemek için zaruret miktarı yalan söylemek caiz olur. Yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o kadar iyi, güzel ve faziletlidir. Peygamber efendimize olgunluğun alameti sorulduğunda "Doğru konuşmak ve doğrulukla iş yapmaktır" buyurdu. Sadakat (doğruluk) hakkında İslâm âlimleri buyuruyorlar ki: "En güzel amel doğruluk, en çirkini de yalancılıktır." "İslâm dini, üç temel üzerindedir. Bunlar, hak, sadakat ve adalettir." Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: "Tehlikenin doğruluk içinde olduğunu görseniz dahi, doğruyu arayınız! Çünkü doğrulukta kurtuluş ve selâmet vardır." "Doğru olan, iyi davranır, iyi davranan emin olur. Emin olan da cennete girer." "İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez." Tel: 0 212 - 454 38 21 www.mehmetoruc.com e-mail: mehmet.oruc@tg.com.tr