‘Dillerimizi bulaştırmayalım!'

A -
A +

Birisine, mal için, makam için olan düşmanlıkla, dini için, nesebi için düşmanlık aynı değildir. Birincisinin neticesi günah, ikincisinin neticesi küfür olur. Ehli Sünnet büyüklerinin görüşüne göre, Yezid'in, Hazret-i Hüseyin'e, karşı oluşu düşmanlıktan olmayıp, makam ve dünyalık içindi. Her ne olursa olsun, bu alçakça yapılan vahşeti, Yezîd bile üzerine almamış. İbni Ziyâd'a, bu yüzden la'net etmiştir. Yezîd'in suçu da büyük ise de, bundan dolayı, babası Hazret-i Muaviye'yi lekelemeye kalkışmak, pek büyük bir haksızlıktır. Hâbil'in kâtili olan Kâbil'in babasını, yanî Âdem aleyhisselâmı kötülemek gibi olur... İşin diğer bir yönü Yezîd, Hazret-i Hüseyin'i öldürmek için emir vermedi. Kendisine bi'at ettirilmesini emretti. Adamları haddi aşarak bu akıl almaz cinayeti işlediler. Yezid, şehit edildiğini işitince ağladı ve Hazret-i Hüseyin'e rahmet okudu. Haberi getiren Zübeyr mükafat isteyince bir şey vermedi. "Allah İbn-i Mercâne'ye lânet eylesin! Hüseyin'in istediklerini kabul etmeyip de onu katlettirdi. Böylece beni kötü tanıttı" diye üzüntüsünü bildirdi. Hazret-i Hüseyin'in çocuklarını sarayına alıp çok hürmet ve ikramda bulundu. Sabah akşam yemeklerini İmâm-ı Zeynelâbidîn ile yedi. Onları Medine'ye uğurlarken çok mal ve hayvan ile iki yüz altın verdi. "Her ihtiyâcınızı bildirin, hemen gönderirim" dedi. Zeynelâbidîn hazretleriyle vedâlaşırken de; "Allahü teâlâ İbn-i Mercâne'ye lânet etsin. Vallâhi ben olsaydım babanın her teklifini kabul ederdim. Allah'ın takdiri böyleymiş ne çâre. Ne istersen bana yaz, hemen gönderirim" dedi. Yezîd'in suçu için, bu olay esnasında hayatta olmayan babası Hazret-i Mu'âviye'yi kötülemek de uygun olmaz. O zaman Hazret-i Hüseyin'i salıvermeyip, asıl şehîd eden, Ömer'in babasını da -haşa- kötülemek gerekir. Ömer'in babası olan Sa'd ibni Ebî Vakkâs Cennetle müjdelenenlerdendir. Hz. Hüseyin gibi yüce bir imamın şehid edilmesi, bütün Müslümanlar için büyük musibet ve üzüntüdür. Hz. Osman'ın ve Hz. Hamza'nın, Hz. Ali'nin pek feci şekilde şehid edilmeleri de, böyle büyük musibet ve üzüntüdür. Fakat, Peygamberimiz, Hz. Hamza'nın şehid edildiği günün yıldönümlerinde matem tutmadı. Matem tutmayı emretmedi. Hadis-i şerifte: "Matem tutan kimse, ölmeden tövbe etmezse, kıyamet günü şiddetli azab görecektir.", "İki şey vardır ki, insanı küfre sürükler. Birisi, bir kimsenin soyuna söğmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır." (Müslim) Kerbela vahşetini kimse savunmuyor, kimse bununla övünmüyor. Bunun için bu vahşeti öne çıkarmanın, her sene gündeme getirmenin kimseye faydası yoktur. Aksine, İslam tarihinin en büyük yarasını deşmek olur. Müslümanları üzmek olur. Müslümanlar arasına tefrika sokmak olur. Ateş düştüğü yeri yakar. Bu olaya en çok üzülenler, Hazreti Hüseyin'in soyundan gelen torunları seyyidlerdir. Fakat buna rağmen, Abdülkadir-i Geylani, Ahmet Bedevi, Ahmed Rufai, Abdülhakim Arvasi gibi seyyidlerin büyükleri ve meşhurları bu konuyu hiç dile getirmediler, matem tutmadılar, olaya sebep olanları küfürle itham etmediler. Bizler de bu şerefli insanlar gibi davranıp bu vicdanları paralayan cinayetleri konuşmamalıyız. Konuştuğumuz zaman kime ne faydası olacak? Bu mübarek şehidler geri mi gelecek? Tabii ki hayır, sadece acılar tazelenecek, birlik ve beraberliğimiz bozulacak. Huzur içinde ve kardeşçe yaşamak için bunları dile getirmemek şarttır. Büyük imam, İmam-ı Şafi hazretleri "Allahü teâlâ, bu kanlara ellerimizi bulaştırmaktan bizleri korudu. Biz de dillerimizi bulaştırmaktan korumalıyız!" buyurmuştur. Ehli sünnet'in görüşü, inancı böyle... Buna katılan da olur katılmayan da. Katılmayanların en azından saygılı olması lazım. Katılmayanların fikrine Ehli sünnetin saygılı olduğu gibi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.