‘Müellim' değil, ‘muallim'...

A -
A +

Geçen hafta okullar açıldı. Milyonlarca öğrenci, eğitimlerini en iyi şekilde tamamlamak; öğretmenler de öğrencilerin bu hedeflerine en iyi şekilde ulaşmalarını sağlamak için iş başı yaptılar. Aileler de dişlerinden tırnaklarından artırdıkları paralarla çocuklarına en iyi imkanı sunma yarışına girdiler. Demek ki çocuklarımızın en iyi şekilde yetişmesi, bu üçlü sac ayağının koordineli bir şekilde çalışmasına bağlı. Bunlardan biri eğitimin içinde yoksa o eğitim, istenilen düzeyde olmaz. Maalesef bu üçlü bağlantı bizde gereği gibi sağlanamamaktadır. Aileler sadece maddi yönden destek vermektedirler. Eğitime bilfiil katkıda bulunmamaktadırlar. Batı'da bu bağlantı çok ilerlemiş durumdadır. Aileler bilfiil eğitimin içindeler. Sık sık okula uğrarlar; öğretmenler, öğrenci ile ilgili yapılacak ufak bir uygulamada öğrenci velilerini okula çağırır, mutlaka onların görüşlerini alırlar. Veliler olup bitenlerden günlük olarak haberdar edilir. Öğretmenle veli arasında sağlam bir diyalog vardır. Bizde ise bu diyalog çok zayıftır. Veli öğretmenin yanına yaklaşmada zorlanır, çekinir. Kendinin aşağılanacağından korkar. Bunun için tedirgindir, meramını rahat anlatamaz. Eskiye göre bu konuda hayli mesafe alındıysa da, henüz Avrupa seviyesine gelinemedi. Öğretmen-veli diyaloğu denilince, rahmetli Ahmed Arvasi hocanın başından geçen ve birkaç defa kendinden dinlediğim hatıra aklıma gelir hemen... Ahmed Bey, altmışlı yıllarda, Ağrı'nın Molla Şemdin köyüne ilkokul öğretmeni olarak tayin edilir. Başta muhtar Ömer olmak üzere, köyün ileri gelenleri kendisini karşılarlar. Kalacağı eve yerleştirirler. Her türlü ihtiyacı karşılanır. Fakat Ahmed beyin bir şey dikkatini çeker. Köyün ileri gelenleri kendisine hitap ederken kelimenin üzerine basa basa, "Müellim Bey" derler. Ahmet Bey, köylülerin "muallim" kelimesini telaffuz etmede zorlandıkları için, "müellim" dediklerini düşünür. Ahmed Bey kısa zamanda köylülerle kaynaşır. Köy odalarında ve evlerde sohbetlere katılır. Onlarla beraber camiye gider. Düğünlerinde bulunur, bayramları beraber kutlarlar. Köylüden kopuk bir öğretmen değil, onlardan biri haline gelir. Kendilerine tepeden bakmayan, onlarla oturup kalkan, onların sevinçlerini paylaşan, dertlerine ortak olan bu genç öğretmeni köylüler bağırlarına basarlar. İş bu noktaya gelince köylüler kendisine söz birliği ile, "Muallim Bey" diye hitap etmeye başlarlar. Bu durum üstad Ahmet Arvasi Beyin dikkatinden kaçmaz. Merakını gidermek için muhtara sorar. Muhtar Ömer günlerdir bu sorunun sorulmasını bekliyordur zaten. Keyifle sigarasını yakar. Sonra başını kaldırarak ağır ağır konuşmaya başlar: "Evet, Muallim Bey, sana önceleri müellim dememizin önemli bir sebebi vardı. Kısaca sana anlatayım da merakın gitsin. Bugüne kadar, köyümüze gelen öğretmenler hep bizden uzak kaldılar. Bizim dünyamıza giremediler. Onların ayrı bir dünyaları vardı. Bizimle alakası olmayan, Avrupa'dan gelmiş kimseler gibiydiler. Bizim inancımıza, yaşayışımıza ters bir hayat tarzları vardı. Bizimle yaşayış, inanç birlikleri olmadığı gibi, bu değerlerimizle alay da ediyorlardı. Ne aramıza katılır ne de camimizin yolunu bilirlerdi. Hal böyle olunca, bizler çok üzülüyorduk. Davranışları bize, üzüntü, sıkıntı, elem veriyordu. Bunun için biz onlara, elem veren, sıkıntı veren manasında "müellim" diyorduk. Onlar bu kelimenin manasını bilmedikleri için bizim bu hitabımızı telaffuz hatası zannediyorlardı. İlk günler seni de onlardan zannettik. Bunun için sana, "müellim" dedik. Sonra baktık ki sen onlara benzemiyorsun, bizden birisin. Bunu anlayınca, "müellim" demeyi bırakıp "muallim" demeye başladık. Ahmed Arvasi Hoca, "Anadolu insanının, mektep ve medrese görmese bile ne kadar derin bir idrâke, irfana sahip olduğunu bu ibretli hadiseden sonra bir kere daha anlamış oldum" demişti...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.