Dün bir nebze bahsettiğimiz gibi, insanın acizliğini bilmesi, Cenab-ı Hakk'a sığınması çok önemli. Çünkü, insanın dünyada ve ahirette huzura kavuşması buna bağlı. Bu acizliği anlamak için belli bir bilgiye, kültüre de ihtiyaç yok. Çaresizliğimiz ortada. İnsanın aciz, çaresiz olduğunu gösteren o kadar misal var ki... AÇ KİMSE KALMAZDI!.. Mesela, insanların en büyük derdi geçim sıkıntısıdır. Her sene milyonlarca insan bu yüzden zayi olmaktadır. İnsanlar, bilhassa pahalı olan protein maddelerine, yani içinde yüzdükleri azot deryasına, ciğerlerine kadar girmiş iken, istifâde etmekten âciz oldukları azot maddesine açtır. Eğer teneffüs ile oksijen gazını alıp kanımıza kattığımız gibi, azot gazını da tutmak özelliği kanımıza bahşedilmiş olsaydı, yeryüzündeki bütün açlık ihtiyacımız, soluma ile sağlanabilecek ve artık aç kimse kalmayacaktı. Böylece insanlar geçim derdinden, açlık sıkıntısından kurtulacak, açlık dolayısı ile ekmek ve yemek için insanlar birbirlerine saldırmayacak, yeryüzü bir savaş meydanı olmaktan çıkacaktı. Bunların hepsi, insanın her gün ciğerlerine giren azottan, sekiz gramını bedenine alabilmesi ile olacaktı. İşte, bütün mesele bu acizliği idrak edip, buna göre hareket edebilmekte... Fakat bu kolay bir iş değildir. Bunu yapabilenler her zorluğu aşabilirler. Çünkü, acizlik ve kırık kalp bir araya gelince her sıkıntı aşılır. Bununla ilgili bugün de bir kıssa anlatayım: Bir beldede yarı meczub, yarı akıllı, kimsesiz biri yaşar. Bu kimse, zenginlerden aldığı borç paraları fakirlere dağıtır. Zenginler paralarını istediğinde başka zenginden alır, ona verir. Böylece çarkı döndürmeye çalışır. Yıllarca böyle devam eder... Günün birinde bu kimse ağır hastalanır. Yatağında ölümü beklemekte artık. Bunu duyan zenginler, yatağının etrafında toplanırlar. Adam çaresiz yapacak bir şeyi yok. Borçlarını nasıl ödeyecek, bunu düşünür kara kara. Ellerini kaldırıp kırık kalple dua eder: "Ya Rabbi! Büyük yalnız sensin! Sen öyle bir büyüksün ki, büyükler ve küçükler, sıkışınca, ancak sana yalvarır. Sana yalvaran, ancak muradına kavuşur. İlâhi! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin. Bizi dünyada ve âhirette sıkıntıda bırakma! Muhtaçlara, her şeyi gönderen, yalnız sensin! Dünyada ve âhirette hayırlı, faydalı olan şeyleri, bana gönder! Bunların elinden beni kurtar!" HELVACI ÇOCUĞUN GÖZYAŞLARI Bu sırada sokaktan helva satan çocuğun sesi gelir. Tanıdığı bir çocuktur bu. Her gün helvacıdan aldığı helvaları gün boyu satar, akşam da götürüp helvacının parasını öder, kârını da evine götürür. Hasta annesinin ve küçük kardeşlerinin nafakasını temin ederdi... Bu çocuğu eve çağırtır. Alacaklıların hepsine helva vermesini ister. Alacaklılara bütün helvalarını verir. Onlar helvalarını yerken çocuk gelip parasını ister. Adam da, param yok, borcum olsun, elime geçince veririm, der. Çocuk ağlamaya başlar; akşam helvacıya nasıl hesap verecek, evine nasıl yiyecek götürecektir? Parasını alamayacağını anlayan çocuk, çaresiz, boynu bükük bir şekilde ağlayarak evden çıkar. Yolda, o beldenin valisi çocuğu görür. Çağırıp durumunu sorar. O da olup biteni anlatır. Çocuğa helvanın parasını fazlasıyla verir. Sonra olayın aslını öğrenmek için adamın evine gider. Adam, valiye iyi niyetle yaptıklarını anlatır. Sonra da, "Ödeyecek durumda değildim, borçlu olarak da ölmek istemedim. Bu durumda, bir mazlumun kırık kalple dua etmesi gerekiyordu. Çocuğun helvalarını bunun için aldım, der. Bunun üzerine vali bütün borçlarını öder. Daha önce haberi olmadığı için de kendisinden özür diler. Kırık kalple yapılan bir dua, hem çocuğu hem de borçlu kimseyi sıkıntıdan kurtarır...