Bir toplumda Allah korkusu azalmışsa veya yok olmuşsa o toplum için tehlike çanları çalmaya başlamış demektir. Allah korkusu da millete din adamlarından yayılır. Son yıllarda ülkemizdeki din adamlarına baktığımızda, bu korkunun neredeyse kalmadığını açık bir şekilde görüyoruz. Bunun delili de, basına yansıyan konuşmalar, TV'lerdeki tartışmalardır. Din adına konuşmak Allah adına konuşmak demektir. Dolayısıyla bu konularda konuşurken, insanın tüylerinin ürpermesi, ağzından yanlış bir söz çıkmaması için titremesi gerekir. Ama ne gezer; konuşmalara, tartışmalara bakıyorsunuz tam tersine, sanki din kendisine inmişcesine fütursuzca ahkam kesebiliyor din adamları. Her biri ayrı bir telden çalıyor. Birinin ak dediğine diğeri beyaz diyebiliyor. Örneğin, ebedi olarak Cehennemde kalacaklarını bildiren açık ayeti kerimelere ve hadis-i şeriflere ağmen, bir ilahiyatçı çıkıyor: Kitap ehli yani Hıristiyanlar da Yahudiler de Cennete gidecek, diyor. Bir başka ilahiyatçı hızını alamıyor: Hayır, sadece onlar değil, neye inanırsa inansın; ister budist, ister zerdüş inanan herkes Cennete girecek, diyebiliyor. Misalleri çoğaltabiliriz. Hemen hemen her konuda böyleler. Bu kargaşayı gören halk da, hangisine göre amel edeceğini bilemiyor; din adamlarından dolayısıyla dinden soğuyor. İnsanın ister istemez aklına geliyor: Acaba esas maksat da bu mudur? Halbuki Allah korkusunun dinimizde önemli bir yeri vardır. Akıllı olmak bile Allah korkusu ile ölçülmektedir. Hadis-i şerifte, "Aklın çok olması, Allah korkusunun çokluğu ile belli olur" buyuruldu. İnsanların her bakımdan en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, "Allahü teâlâdan en çok korkanınız ve çekineniniz, benim" buyuruyor. Bu hadis-i şerif ve bu mealdeki diğer hadis-i şerifler, Allah korkusunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedirler. Allah'tan korkmak, bir zâlimden korkmak gibi sanılmamalıdır. Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan bir korkudur. Âşıkların sevgililerine karşı yazdıkları şiirlerde, böyle korku içinde olduklarını bildiren beytleri az değildir. Sevgilisini, kendinden pek yüksek bilen bir âşık, kendini o sevgiye lâyık görmiyerek, hislerini böyle korku ile anlatmaktadır. Allah korkusu ve Allah sevgisi, insanları saadet ve huzura kavuşturan iki kanat gibidir. Biri eksik olursa saadete kavuşulamaz. Allah'tan korkan bir kimse, Onun emirlerini yapmaya, yasaklarından sakınmaya titizlikle çalışır. Hiç kimseye kötülük yapmaz. Kendine kötülük yapanlara sabreder. Yaptığı kusurlara tövbe eder. Sözünün eri olur. Her iyiliği Allah için yapar. Kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmez. Çalışırken, alış veriş ederken, kimsenin hakkını yemez. Herkese iyilik eder. Şüpheli şeylerden kaçınır. Makam sahiplerine yaltaklanmaz. İlim ve ahlâk sahiplerine saygı gösterir. Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kötü kimselere nasihat verir. Onlara uymaz. Küçüklerine merhametli ve şefkatli olur. Kimseyi çekiştirmez. Keyfi peşinde koşmaz. Zararlı ve hatta faydasız birşey söylemez. Kimseye sert davranmaz. Cömert olur. Mâlı ve mevkii herkese iyilik etmek için ister. Riyâkârlık, iki yüzlülük yapmaz. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünerek hiç kötülük yapmaz. Onun emirlerine sarılır. Hadis-i şerifte "Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız" buyuruldu. Bütün bunlara rağmen, bir kimse çıkıp fütursuzca konuşabiliyorsa, ya ayet-i kerimelere, hadis-i şeriflere önem vermiyordur; ya da, inanmıyordur. Her iki şık da ne büyük felaket! Allahü teala ıslah etsin demekten başka elimizden bir şey gelmiyor.