İnsanoğlu son yıllarda iyice acayipleşti. İşlerini, tekliflerini anlamak mümkün olmuyor artık. Geçenlerde maliyecilerin, "Fuhuş, vergisi alınarak serbest bırakılsın!" diye bir teklifleri vardı. Görülen o ki, canlı türleri arasındaki fark her gün biraz daha kapanmakta. Mesela, insan ile hayvan arasındaki en önemli iki fark olan inançta ve cinsel beraberlikte insanoğlu hızlı bir şekilde hayvan ile arasındaki farkı kapatma, hayvanlaşma gayretinde. Fuhuş, zina, içki, uyuşturucu ve hür türlü sapık ilişkiler sıradan olaylar haline getirildi. İnsanlıktan uzaklaşmak için ne gerekiyorsa yapılmakta. Dolayısıyla insanoğlu, kendi değerlerini yok etmekte, kendi kendini bitirmektedir. Halbuki, Allahü teâlâ insanın dünyada ve ahirette huzur içinde olması için insanı insan yapan değerleri muhafazayı emretmektedir. Bu maksatla, Peygamberler, dinler gönderdi. Bunlar vasıtasıyla insani değerlerin kıymetini bildirdi. Bunlara uyanlardan razı olacağını tebliğ etti. Bir gün Cebrâil aleyhisselâm, son Peygamber Muhammed aleyhisselama gelerek, "Yâ Resûlallah, Allahü teâlâ Cafer-i Tayyâr'ın dört şeyinden râzıdır, memnundur." buyurdu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Hz. Cafer'e sordu: "Ey Cafer, Allahü teâlânın senden, râzı olduğu dört haslet hangileridir?" O şöyle cevap verdi: "Ey Allah'ın Resûlü, hiçbir zaman putlara secde etmedim, çünkü onlardan fayda ve zarar gelmeyeceğini biliyordum. Hiçbir zaman içki içmedim, çünkü aklı giderdiğini gördüm. Hiçbir zaman yalan söylemedim, çünkü yalan söyleyen benim indimde çok aşağılık bir kişi idi. Yalan söyleyip aşağı insan olmak istemedim. Hiç zinâ etmedim. Bir başkası bu çirkin işi, benim hanımıma yapsa, benim de haberim olsa, ne kadar üzüleceğimi, ne kadar mahcup ve utanılacak hâle düşeceğimi düşündüm, herkes de böyle olur bildim." Bunu dinleyen Peygamber efedimiz, "Sen, bu hasletlerin ile meleklerle beraber olmaya lâyıksın" buyurdu. İnsanlığın yüz karası olan zina ile ilgili ibretli bir anekdot sunmak istiyorum. Mansûr Ammar hazretleri, bir gece, sokaktan geçerken bir erkekle kadının iki altına anlaştıklarını gördü. Hemen arkalarından gidip kadına yaklaşarak, hafif bir sesle, "Dört altına ne dersin?" dedi. Kadın dört altını duyunca, birinci adamı bırakıp bunun arkasından gelmeye başladı. Beraberce evine gittiler. Eve girince, kadının önüne dört altını bırakıp kendisi başka bir odada namaza durdu. Fakat namazı bitmiyordu, selâm veriyor tekrar bir namaza daha başlıyordu. Aradan saatler geçtiği hâlde, namazını bir türlü bitirip gelmiyordu. Nihâyet kadın dayanamayıp, yanına geldi. "Saatlerdir seni bekliyorum, artık evime döneceğim" dedi. Bunun üzerine Mansur hazretleri kadına, "Ey kadın, eğer sana meylim olmadığını söylersem yalan söylemiş olurum. Senin istediğin bu işi yaparken görenler olsa, hâlimiz n'olur? sorusu üzerine, kadın, "Görüyorsun ki, bizi takip eden biri yok. Korkulacak bir hâlimiz yoktur." dedi. Mansûr Ammar, "Senin amelini yazan iki melek var. İki de benim amelimi yazan var, bunlar eder dört şâhid. Allahü teâlâ, bütün kullarının hâlini görür ve bilir. Yaptıklarının hesâbını âhirette görür. Âhirette başına gelecekleri hiç düşündün mü?" dedi. Bunları dinleyen kadın, feryâd edip, bayıldı. Bir müddet sonra kendine geldiğinde, "Benim ömrümün bugüne kadar olan kısmı pislik içinde geçti. Şimdi tövbe etsem acaba tövbem kabûl olur mu, diye sordu. Ammar hazretleri de, "Allahü teâlâ, Şûra sûresinde, tövbe edilen günâhları affedeceğini bildiriyor, yeter ki sen tövbe et, tövbem kabûl olmaz diye korkma" buyurdu. Kadın tövbe etti. Bir daha bu işleri yapmadı. İşte İslam büyüklerimiz insanı insanlıktan uzaklaştıran kötülükler konusunda bu kadar hassas ve fedakârdı. Bunun için de dünyada huzur içinde yaşadılar. Şimdi kabirlerinde de huzur içindeler.