As­lı­nı in­kâr eden...

A -
A +

Bir kriz ge­li­yor pek çok zen­gi­nin pa­bu­cu da­ma atı­lı­yor. Ye­ni bir ik­ti­dar ge­li­yor pek çok ma­kam el de­ğiş­ti­ri­yor. De­mek ki, ma­kam, mev­ki, mal, mülk, zen­gin­lik; Al­la­hü te­âlâ­nın in­san­la­ra ver­di­ği ge­lip ge­çi­ci şey­ler. Bun­lar, ay­nı za­man­da bir im­ti­han va­sı­ta­sı. Ni­met sa­hi­bi kim­se­ler, ön­ce­ki hâl­le­ri­ni unu­tup ki­bir ve gu­ru­ra ka­pı­lır­lar­sa, im­ti­ha­nı kay­be­der­ler. Bu­nun so­nu­cu ola­rak da, hem dün­ya­la­rı, hem de ahi­ret­le­ri pe­ri­şan olur. Ki­şi, geç­mi­şi­ni unut­ma­dan, son­ra­dan ken­di­si­ne ve­ri­len bu ni­met­ler­den do­la­yı ki­bir­len­mez ve bun­la­rın kıy­me­ti­ni bi­le­rek ye­rin­de kul­la­nır­sa, kat­la­na­rak ço­ğa­lır on­lar... Ta­rih­te çok­tur bun­la­rın ör­nek­le­ri. Bu­nun­la il­gi­li ola­rak, Mes­ne­vî'de ib­ret­li bir olay an­la­tı­lır: KU­LÜ­BE­DE­Kİ ÇA­RIK VE ABA Bir av se­fe­rin­de, mert ve ce­sur bir köy de­li­kan­lı­sı olan Ayaz'la ta­nı­şır Sul­tan Mah­mut. Ayaz, hâl ve ha­re­ket­le­riy­le çok mem­nun eder ken­di­si­ni. Bu­nun için onu alıp sa­ra­ya ge­ti­rir. Sa­ray el­bi­se­le­ri­ni gi­yin­ce, Ayaz'ın ilk işi, köy­den ge­tir­di­ği ça­rı­ğı­nı ve aba­sı­nı, sa­ra­yın bah­çe­sin­de kuy­tu bir yer­de, kü­çük bir ku­lü­be yap­tı­rıp, as­mak olur. Kı­sa za­man­da sa­ra­ya in­ti­bak eder Ayaz. Ko­nuş­ma­la­rı, tek­lif­le­ri ile Sul­ta­nın soh­bet ar­ka­da­şı olur. Son­ra, üçün­cü ve­zir, ikin­ci ve­zir der­ken bi­rin­ci ve­zir­li­ğe ka­dar yük­se­lir. Ayaz'ın kı­sa za­man­da bi­rin­ci ve­zir rüt­be­si­ne yük­sel­me­si­ni kıs­ka­nan ha­set­çi­ler, Sul­ta­nın hu­zu­ru­na çı­ka­rak der­ler ki: - Ayaz her gün ku­lü­be­si­ne gi­rip çı­kı­yor. Ka­pı­sı­nı da iyi­ce ki­lit­li­yor. Bu­ra­ya kıy­met­li mü­cev­her­ler, al­tın­lar dol­du­ru­yor. Dev­le­tin ma­lı­nı, ora­da ken­di­si için bi­rik­ti­ri­yor. Sul­tan izin ve­rir; ge­ce ya­rı­sı, ha­set­çi­ler, kok­muş ay­ra­nın içi­ne üşü­şen ha­mam bö­cek­le­ri gi­bi hü­cum eder­ler ku­lü­be­ye. Fa­kat bü­yük bir ha­yal kı­rık­lı­ğı­na uğ­rar­lar. Çün­kü, or­ta­lık­ta hiç­bir şey gö­re­mez­ler. İçe­ri­de sa­de­ce, du­var­da ko­yun pos­tun­dan bir ke­pe­nek ile bir ça­rı­ğın ası­lı ol­du­ğu­nu gö­rür­ler. Bu sı­ra­da, iç­le­rin­den bi­ri­si atı­lır: "Bun­lar per­de­dir. Al­dat­ma­ca­dır. Al­tın­la­rı mut­la­ka ye­re göm­müş­tür. He­men kaz­ma ve kü­rek ge­ti­rip, ye­ri ka­za­lım." Der­hal kaz­ma ve kü­rek ge­ti­ri­lir. Ku­lü­be­nin her ta­ra­fı­nı, bü­yük bir he­ye­can için­de kaz­ma­ya baş­lar­lar. Al­tın, mü­cev­her bul­ma ümi­diy­le, her ta­ra­fı de­lik de­şik eder­ler. Fa­kat ara­dan sa­at­ler geç­me­si­ne rağ­men, or­ta­da hiç­bir mü­cev­her gö­rül­mez. Za­man geç­tik­çe, ümit­le­ri de azal­ma­ya baş­lar. Ni­ha­yet bir şey bu­la­ma­ya­cak­la­rı­nı an­la­yın­ca, bü­yük bir üzün­tü ile kaz­dık­la­rı çu­kur­la­rı dol­du­rur­lar. Sa­bah olun­ca da, mah­cu­bi­yet için­de hu­zu­ru­na çık­tık­la­rın­da, Sul­tan so­rar: - Bul­du­ğu­nuz al­tın­la­rı ne­re­ye sak­la­dı­nız? Al­tın­la­rı alıp, bu ka­dar üzül­me­niz ni­ye? Sul­ta­nın ki­na­ye­li ko­nuş­tu­ğu­nu an­lar­lar ha­set­çi­ler: - Biz ka­ba­ha­ti­mi­zi bi­li­yo­ruz. Piş­man ol­duk. Bi­ze ne ce­za ver­se­niz ye­ri­dir. Çün­kü biz bu­nu hak et­tik. Bu­nun üze­ri­ne Sul­tan, Ayaz'ı ça­ğır­tıp, du­ru­mu an­lat­tık­tan son­ra der ki: - Hük­mü sa­na bı­ra­kı­yo­rum. Ne is­ter­sen yap! Asa­le­ti, mü­te­va­zı­lı­ğı bu­nu fır­sat bi­lip, onu in­ti­kam al­ma­ya sevk et­me­di. - Sul­ta­nım, ka­ba­hat be­nim­dir. Bun­la­rın af­fı­nı is­ti­yo­rum. Eğer ben ku­lü­be­nin ka­pı­sı­na ki­lit tak­ma­say­dım, giz­li giz­li bu­ra­ya gir­me­sey­dim, bun­lar şüp­he­len­me­ye­cek­ler ve kö­tü zan­da bu­lun­ma­ya­cak­lar­dı. - Pe­ki ora­ya her gün gi­rip çık­ma­nın se­be­bi ney­di? - Sul­ta­nım! Bi­li­yor­su­nuz be­nim as­lım bel­li­dir. Sa­ye­niz­de, rü­yam­da bi­le gö­re­me­ye­ce­ğim bir­çok rüt­be­ye, ni­met­le­re ka­vuş­tum. Bun­la­ra da­lıp, as­lı­mı unu­tu­rum, ki­bir ve gu­ru­ra ka­pı­lı­rım di­ye, köy­den gel­di­ğim­de üze­rim­de bu­lu­nan, aba­mı ve ça­rık­la­rı­mı du­va­ra as­mış­tım. Her gi­ri­şim­de, on­la­ra ba­kıp, ken­di ken­di­me; "Ma­kam, mal mülk as­lı­nı unut­tur­ma­sın!" di­yo­rum. GEÇ­MİŞ­TEN İB­RET ALIN­MA­LI Ayaz gi­bi, her ni­met sa­hi­bi­nin, za­man za­man es­ki hâ­li­ni dü­şün­me­sin­de ve­ya doğ­du­ğu, bü­yü­dü­ğü me­kân­la­rı zi­ya­ret edip, mev­cut du­ru­mu ile geç­mi­şi­ni kar­şı­laş­tır­ma­sın­da bü­yük fay­da ol­sa ge­rek... Çün­kü ge­ri­ye bak­ma­yan ile­ri­yi gö­re­mez. Za­man­la in­san, bir ema­net­çi du­rum­da ol­du­ğu­nu unu­tup, ma­ka­mı, ma­lı ken­din­den ay­rıl­ma­sı müm­kün ol­ma­yan bir par­ça zan­ne­der. İş­te böy­le bir dü­şün­ce, fe­lâ­ket ola­rak in­sa­na ye­ter de ar­tar bi­le... Ki­şi bu dü­şün­ce­den kur­tul­ma­dık­ça if­lâh ola­maz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.