Her insanın, bilhassa mevki, makâm sahibi kimselerin, çevresindekilere, yardımcılarına, çok dikkat etmesi gerekir. İnsanın çevresinde danışabileceği, sağlam, güvenilir; iyiliklere, güzelliklere yönlendiren, yangına körükle gitmeyen kimselerin olması büyük bir nimettir. Cenâb-ı Hakkın bir ihsânı, bir lütfudur. Nitekim, sevgili Peygamberimiz, bir hadîs-i şerîfinde, "Allahü teâlâ bir emir, hükümdar için hayır irâde ederse, ona sadakatli bir vezir, yardımcı ihsan eder" buyurmuştur. Bununla ilgili ibretli bir kıssa vardır: Eski devirlerde, bir memlekette, hükümdarın biri, devleti idâre etmekte çok zorlanmış. Hayat pahalılığı, anarşi almış yürümüş. Hükümdar, bütün gayretine, geceli gündüzlü çalışmasına rağmen, bunlara bir çâre bulamamış. Bu arada birisi gelip, "Memleketi bu hâlden ancak hazret-i Hızır kurtarır. Hazret-i Hızır'ı bulup getirecek birini bulursak memleket kurtulur" demiş. Bu teklifi beğenen hükümdar, memleketinin her tarafına tellallar gönderir. Kırk günde Hızır aleyhisselâmı bulup saraya getirene elli bin altın verileceğini, fakat yalandan bulup getiririm deyip altınları alıp da getirmeyenin idâm edileceğini bildirir. Bu ilân üzerine birisi gelip, "Ben hazret-i Hızır'ı bulup getireceğim" der ve altınları alır. Bu kimse çok fakir ve yaşlı biri imiş. Nafakasını temin edemediği için çocukları perişan haldeymiş. Kendini feda edip, çoluk çocuğunu kurtarmak için böyle bir karara varır. Memleketine döner dönmez, başlamış altınları harcamaya. Çocuklarının her birine birer ev satın alır. Yine her birine de geçimlerini sağlıyabilecekleri kadar, bağ, bahçe, dükkan alır. Artan altınları da, hepsine fakirlere dağıtır. Kırkıncı gün çocuklarıyla, yakınlarıyla helallaşan ihtiyar, kurbanlık koyun misâli sarayın yolunu tutup kapısından içeri girer. Boynunu büküp padişahın karşısında durur. Daha padişah bir şey söylemeden vezirlerden biri seslenir: "Padişahım bunun önce başını gövdesinden ayırıp, sonra da bedenini parça parça yapıp, sokak başlarına asalım. Padişahımızla alay etmenin cezâsının ne olduğunu herkes bilsin, görsün." Diğer vezir hemen söze karışır: "Bu işkence az gelir hükümdarım. Bedenini parçaladıktan sonra, büyük bir kazanda pişirelim. Bu arada üçüncü vezir söz isteyip, "Hükümdarım. Büyüklere affetmek yakışır. Bu kimse bir cahillik yaptı. Yanlışa yanlış ile cevap vermek uygun olmaz. Bu vezirlerin dediklerini yapmayı doğrusu ben size yakıştıramam. Siz kendinize yakışanı yapınız lütfen!" der. Bu heyecanlı konuşmalar yapılırken, bir çocuk aralarında dolaşmaşa başlar. Vezirler bunun ihtiyar adamla geldiğini zannederler. Gelen adam ise saraydan birinin çocuğu zanneder. Bu çocuk vezirlerin konuşmalarını dikkatle dinleyip, sonunda "Aslühu neslühu" yâni insanın aslı, atası neyse, nesli de öyle olur, der. Bu çocuk ve bu sözü hükümdarın dikkatini çeker. Merak edip sorar: "Ey çocuk sen kimsin, o sözlerinle ne demek istiyorsun?" Çocuk cevap verir: "Ey hükümdarım, bu sözümle şunu kastettim: İlk konuşan vezirin babası kasaptı. Bunun için aslına uygun olarak ihtiyarın parçalanmasını istedi. Diğerinin babası ise aşçı idi. Bunun için bu da, ayrıca pişirilmesini de istedi. Üçüncü vezirin babası ve dedesi ise, evliyâ bir zâttı. Ömrü boyunca kimseye zulmetmemişti, Herkese merhâmet ederek, kusurlarını affetmişti. Bu da aslına uygun olarak, affedilmesini istedi. İşte bunun için ben hepsinin sonunda, "aslühu neslihu" dedim. Sen aslı nesli temiz olanlarla çalış, bunları kendine yardımcı yap! Böyle yaparsan kısa zamanda, sen de memleketin de rahata, huzura kavuşur. "Aradığın vezir bu, aradığın Hızır da benim!" der ve birden kaybolur. Sultan derhal bu iki vezirin işine son verir. Memleketi üçüncü vezire teslim eder. Kısa zamanda memlekete huzur gelir.