Bugün Aşure günü... Muharrem ayının dokuzuncu günü ile onuncu günü arasındaki geceye Aşure gecesi, onuncu gününe ise Aşure günü denir. Muharrem ayı, Kur'an-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir. Hadis-i şerifte, "Ramazan-ı şerîf ayındaki oruçlardan sonra, en fazîletli oruç, Muharrem ayının orucudur. Farz namazlardan sonra en fazîletli namaz gece namazıdır" buyuruldu. Muharrem ayının onuncu günü olan Aşure'nin ise dinimizde ayrı bir önemi ve yeri vardır. Allahü teâlâ, birçok duaları Aşure günü kabul buyurdu. Peygamber efendimiz bu günün önemini şöyle ifade buyurdu: AŞURE GÜNÜNÜN FAZİLETİ "Allahü teâlâ, Aşure gününü diğer günlerden üstün kılmıştır. Allahü teâlâ, gökleri, yerleri, dağları, denizleri, yıldızları, Arş'ı ve melekleri, Adem aleyhisselamı, Aşure günü yarattı. İbrahim aleyhisselamın dünyaya gelişi ve Nemrud'un ateşinden kurtuluşu Aşure günü oldu. Oğlu Hz. İsmail'in yerine kesmek için büyük koç ihsan edildi. Firavun'un boğuluşu, İsa aleyhisselamın göğe kaldırılışı, Eyyub aleyhisselamın beladan kurtuluşu, hep Aşure gününde olmuştur." Aşure günü yapılan ibadetlerin, iyiliklerin sadakaların sevabı diğer günlere göre çok fazladır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: "Aşûre günü oruç tutun! Çoluk çocuğunuza iyilik yapın! Bir kimse, Aşûre günü çoluk çocuğuna iyilik yapıp, sevindirse, Allahü teâlâ, ona senenin diğer günlerini iyi eder." "Aşûre günü gusleden, Allahü teâlâ katında annesinden yeni doğmuş gibi günâhlarından temizlenir." "Aşûre günü bir yetimin başını okşayan kimseyi, Allahü teâlâ, yetimin saçının her kılı için Cennette bir derece yükseltir." "Aşûre gününde bir hastayı ziyâret eden, bütün insanları ziyâret etmiş gibi olur." Cenab-ı Hakkın hikmeti; böyle mübarek bir gün, çok üzücü bir olaya da şahitlik yapmıştır. Bu gün Resululluh efendimizin mübarek torunu Hazret-i Hüseyin'in Kerbela'da şehid edildiği gündür. Bu elim hadiseyi hatırladıkça Müslümanların yürekleri sızlar, gözleri kan ağlar. Bu faciadan dolayı yüreği sızlamayan bir Müslüman zaten düşünülemez. Fakat bundan dolayı matem de tutmaz. Çünkü, matem tutmak, döğünmek bid'attir. Günahtır. İslamiyyette matem tutmak yoktur. İslamiyyette matem tutmak olsaydı, Aşure günü değil, Resulullahın Taif'te mübarek ayaklarının kana boyandığı ve Uhud'da mübarek dişinin kırılıp, mübarek yüzünün kanadığı ve vefat ettiği gün matem tutulurdu. Matem, İslamiyet öncesinin âdetidir. Mesela, cahiliye devrinde kocası ölen kadın, bir yıl mağaramsı bir kulübeye kapatılır. Kimseyle temas etmez, yıkanmaz, saçlarını taramaz, tırnaklarını kesmezdi. Hatta bu devirde Araplar, ölümlerinden sonra kendileri için bağıra çağıra, iyiliklerinin sayılarak ağlanmasını, ağıt yakılmasını vasiyet ederlerdi. MATEM CAHİLİYE ÂDETİ Ölümden dolayı kişinin kederlenmesi, hüzünlenmesi normaldir. Zaten dinimiz, sessizce ağlamaya ve gözyaşı dökmeye izin vermiştir. Nitekim Peygamberimiz de oğlu İbrahim'in vefatında bizzat gözlerinden yaşlar akıtarak ağlamış; kendisine ağlamayı yasaklamış olduğu hatırlatılınca da, bunun yasak olan ağlama şekli olmayıp gözyaşı dökmekle Allah'ın azap etmeyeceğini, ancak bağırıp çağırmaya azap edeceğini belirtmiş ve "Muhakkak ki ölü, ehlinin, üzerine bağırıp çağırmayla azap duyar" buyurmuştur. (Buhari, Cenaiz, 42, 43) İslam'da taziyenin, yani başsağlığı dilemenin süresi üç gündür ve üçüncü günden sonra taziye caiz görülmemiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: "Matem tutan kimse, ölmeden tevbe etmezse, kıyamet günü şiddetli azab görecektir." "İki şey vardır ki, insanı küfre sürükler. Birisi, bir kimsenin soyuna söğmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır."