Yapılan ibadet, hayır hasenat aynı da olsa; bunu yapanın niyetine, ihlasına, manevi derecesine göre alınan karşılık farklı olur. Derecesi yüksek olan, aynı ibadetten çok daha fazla sevap alır. Nitekim, Peygamber efendimiz, Eshabının farkını bildirmek için, "Başkaları Uhud Dağı kadar altın sadaka verse, Eshabımın bir avuç arpa sadakalarının sevabı kadar olamaz!" buyurmuştur. Tutulan oruçlar da böyledir. Avamın tuttuğu ile havasın yani seçilmişlerin tuttukları faklıdır. ÜÇ TÜRLÜ ORUÇ VARDIR İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki: Üç türlü oruç vardır: Birincisi avamın, yani ictihad makamına yükselmeyenlerin orucudur. Zamanımızdaki bütün hocaların, imamların, hafızların, müftîlerin, vaizlerin ve bütün Müslümanların oruçları bu birinci derecededir. Bunların oruçları, vücuda bir şey girmekle, yani gıda veya deva ile ve cinsi mübaşeretle bozulur. İkinci derece, havasın yani müçtehitlerin orucudur. Bunların orucu, herhangi bir azanın günah işlemesiyle bozulur. Mesela, gıybet, yalan, söz taşımak, namahreme bakmak ile bozulur. Bazı âlimler, bunların avam orucunu da bozacağını bildirmiş ise de, Hanefi mezhebinde, bunlar avam için yalnız mekruhtur. Hadis-i şerifi, "Orucun sevabını yok eder" manasına almıştır. Yani bunlar, orucun sıhhatini değil, kemâlini giderir. Üçüncü derece de, Ehassülhavas orucudur ki, bunların orucu, Allahü teâlâdan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur. İslam büyükleri ramazan ayını, diğer aylardan farklı görürlerdi. Bu aya ayrı bir hürmet gösterirlerdi. İslam büyükleri sadece ramazan ayında değil, senenin çoğunu oruçlu olarak geçirirlerdi. İmâm-ı Buhârî hazretleri bunlardan biri idi. Bayram günleri hâriç bütün yılını oruçla geçirirdi. Şüphelilerden dâimâ kaçardı. Gıybetten çok korkardı. Sebebi sorulduğunda; "İsterim ki Rabbime kavuştuğumda hiç gıybet etmemiş olayım ve böyle bir şey için kimse beni aramasın" dedi. Gecenin ilk saatlerinde biraz uyur, sonra kalkar ilim ve ibâdetle meşgûl olurdu. Üç günde bir hatim ederdi. Sonra duâsını yapıp; "Her hatim sonunda yapılan duâ makbûldür" buyururdu. Ramazân-ı şerîf gecelerinde arkadaşlarına namaz kıldırır, her kıldırdığında Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okurdu. Dâimâ riyâzet ve mücâhede eder, nefsin arzularını yapmaz, nefsin istemediği, ona zor gelen şeyleri yapardı. On beş gün ağzına lokma koymadığı zamanlar olurdu. "Karnınız aç olsun! Bunun için de çok oruç tutunuz! Çünkü oruç, hikmet hazînelerinin anahtarıdır. Oruç tutmak, kalp gözünün açılmasına, kalbin rikkate gelmesine sebep olur. Ayrıca oruçlunun duâsı, Allahü teâlâ indinde makbûldür" buyururdu. Nefsinin isteklerini yapmamak için, kapıda köpekler için hazırlanan yemeğin yanına gider, nefsine karşı; "Ey nefs, bana istediklerini yaptırıp, emrin altına almak mı istiyorsun? Arzunun yerine gelmesini istiyorsan, önce yemek artıklarını yemen lâzım. Ya ye veya beni bu hâlimle kabûl et!" diyerek nefsiyle mücâdele ederdi. Böylece nefsinin isteklerini hiç yapmaz, onu rûhuna köle ederdi. BU AY NASIL GEÇERSE... Şeyh Ahmed-i Haznevî hazretleri de, bir sohbetinde ramazân-ı şerîf ayının fazîletiyle ilgili olarak buyurdu ki: "Ramazân-ı şerîf ayında Peygamber efendimizin âdet-i şerîfi, esirleri serbest bırakmak, istedikleri şeyleri onlara vermekti. Bu ayda akşam olunca orucu acele açmak, sahuru tehir etmek, terâvih namazı kılıp, Kur'ân-ı kerîm okuyup hatim etmek sünnet-i müekkede olup birçok iyi neticeler verir. Bu ayda sâlih ve iyi ameller yapmayı başaran bir kimse o senenin sonuna kadar da iyi işleri başarmış olur. Bu ayı günâh işlemekle geçse o yılı sonuna kadar günah işlemekle geçirecektir. Öyle ise Müslümanın, mümkün olduğu kadar bu ayda aklını Allah yoluna verip çalışması, bu ayı kendine ganîmet bilmesi gerekir. Bu ayın her gecesinde, Cehennem ateşine müstahak binlerce kimse âzâd edilip serbest bırakılır. Cehennem kapıları kapatılıp, şeytanlar bağlanır, rahmet kapıları açılır."