Ayıplanma korkusu yani, insanın, başkalarının kendisini kötülemelerine, çekiştirmelerine, ayıplamalarına üzülmesi kötü bir huydur. Kalb hastalıklarındandır. İnsanlardan utanmak ve başkalarının kötülemelerinden, ayıplamalarından korkmak küfre sebep olur. Ebû Tâlib'in sağlığında kâfir kalmasının sebebi budur. Ebû Tâlib, hazret-i Alî'nin babasıdır. Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" amcasıdır. Resûlullahın Peygamber olduğunu biliyordu. İnsanların kötüliyeceklerinden korkarak ve ayıplıyacaklarını düşünerek, iman etmedi. Ebû Tâlib ölüm döşeğinde iken, Resûlullah onun yanına gelerek, "Ey amcam! Sana şefâ'at edebilmem için, lâ ilâhe illallah söyle!" buyurdu. Cevâbında, "Ey kardeşimin oğlu, doğru söylediğini biliyorum. Lâkin ölüm korkusu ile imana geldi denilmesini istemem" dedi. Beydâvî tefsîrinde, Kasas sûresinin "Sevdiklerini hidâyete getirmek senin elinde değildir" meâlindeki, ellialtıncı âyet-i kerîmesinin bu zaman indiği bildirilmiştir. Kureyş kâfirlerinin ileri gelenleri, Ebû Tâlibin yanına geldiler. Sen, bizim emîrimizsin, sözlerin başımızın üzerindedir. Fakat, senden sonra, Muhammed ile "aleyhissalâtü vesselâm" aramızda düşmanlığın devam edeceğinden korkuyoruz. Ona söyle! Dînimizi kötülemesin, dediler. Ebû Tâlib, Resûlullahı yanına çağırdı. İşittiklerini söyledi. Resûlullahın, onlar ile sulh yapmıyacağını anlayınca, Müslüman olacağı anlaşılacak bazı şeyler söyledi. Bunları işitince, amcasının iman etmesini istedi. "İşitenlerin bana dil uzatacaklarından korkmasaydım, iman ederdim. Seni sevindirirdim" dedi. Öleceği zaman, bir şeyler söyledi. Bunları işitebilmek için, Abdüllah ibni Abbâs yanına yaklaştı. İman ettiğini bildiriyor dedi. Ebû Tâlibin iman ettiği şübhelidir. (İbni Hacer-i Mekki, "Ni'met-ül-kübra" kitabında öldükten sonra diriltilerek iman ettiğini bildirmektedir.) İnsanların kötülemelerinden ve ayıplamalarından korkmağa karşı ilâç olarak şöyle düşünmelidir: Kötülemeleri doğru ise, ayıplarımı bana bildirmiş oluyorlar. Bunları yapmamağa karar verdim demeli, böyle kötülemelerden ferahlık duymalıdır. Onlara teşekkür etmelidir. Hasen-i Basrî'ye, birisinin kendisini gıybet ettiğini haber verdiler. Ona bir tabak helva gönderip, "Sevaplarını bana hediyye ettiğini işittim. Karşılık olarak bu tatlıyı gönderiyorum" dedi. Yapılan kötüleme yalan ise, iftirâ ise, zararı söyliyene olur. Onun sevapları bana verilir. Benim günahlarım, ona yüklenir demelidir. İftirâ etmek, nemmâmlık yapmak, gıybet etmekten daha fenâdırlar. Nemîme, Müslümanlar arasında söz taşımaktır.