Bütün kötülüklerde olduğu gibi, toplumların huzurunu, birlik ve beraberliğini yok eden ırkçılık, ayırımcılık illetinin de kaynağı, hamisi Batı'dır. Mesela, İngilizlere göre insanlar üç kısma ayrılır: Birincisi, İngilizler olup, Allah'ın bir ihsan olarak yarattığı en mükemmel insanların, kendileri olduğunu söylerler. İkincisi, beyaz renkli Avrupalı ve Amerikalılardır. Bunların da, saygıya lâyık olabileceklerini kabul ederler. Üçüncü kısım ise, birinci ve ikinci kısmın haricinde kalan insanlardır. Bunlar, insan ile hayvan arasında bir yaratık türüdür. Diğerlerinde farklı mı sanki? Meselâ meşhur Yunan filozofu Eflâtun (Platon)un şu ifâdeleri dikkat çekicidir: "Yunanlı olmayanlar, aşağı adamlardır. Bunlar için en büyük şeref Yunanlılar tarafından idare edilmektir. Çirkin, hasta ve cılız olanlara da yaşama hakkı tanınmamalıdır." Rönesans ve reform hareketleriyle birlikte başlayan ilimde, fende gelişme ve coğrafî keşifler sonucunda, Avrupalılar o zamana kadar bilinmeyen yerlere gittiler. Bu hal, aynı zamanda farklı ırkların birbirleriyle tanışması demekti. Ancak bu tanışma Müslüman milletlerdeki gibi müsbet yönde olmadı. Çünkü Avrupalılar asırlarca kısır düşünce çerçevesinden dışarı çıkamadığı için, yeryüzünde kendilerinden başka insanların olabileceğini hiç düşünmemişlerdi. Nihâyet Amerika ve Afrika'da fizyolojik yapıları ve sosyal yaşayışları kendilerininkinden farklı olan insanlarla karşılaştıklarında şaşkına döndüler. Bu insanlar da iki ayağı üzerinde yürüyebiliyor ve konuşabiliyordu. Ne var ki, Avrupalı zihniyete göre bunlar insan değil, olsa olsa köle olabilirdi. Değer yargıları, renkleri, siyah ve sarı olan bu insanları, insan olarak kabûl edemiyordu. Bir İspanyol bilgininin Güney Amerika yerlilerini gördüğünde söylediği şu sözler enteresandır: "Köle seviyesinde, mantıksız kimseler, insanlar, maymunlardan ne kadar farklı ise, İspanyollardan o kadar farklı varlıklar." Bu gayri insani düşünceleri 21. yüzyılda da değişmedi. Yirminci yüzyılda Amerika'da meydana gelen zenci aleyhtarı faâliyetler, kendi târihi içinde ırkçılığın ulaştığı en yüksek noktalardan biridir. Bunun yanısıra Almanya'da Naziler (Hitler), İtalya'da Mussolini, Doğuda İslavlar, ırkçılık faâliyetlerinin başını çekmişlerdir. Batı'da ırkçılık bu haldeyken Türklerde durum neydi? İslâmiyet beşeriyetin içine saplandığı bütün bâtılları yok edip, yerine hak olanı koyarak ve cihânı saran bütün karanlıkları aydınlatarak, Arabistan Yarımadasında doğup cihana yayılmaya başlayınca, 10. yüzyılda Maverâünnehr bölgesinde Türkler tarafından tanınıp seve seve kabul edildi ve kısa zamanda hemen hemen bütün Orta Asya Türklüğü kendiliğinden Müslüman oldu. Müslüman Türkler, eski bâtıl dinlerini bir daha dönmemecesine terkettikleri gibi, örf ve âdetlerinden İslâmiyetin bildirdiklerine uymayanları da kısa zamanda bıraktılar ve milliyetçilik duygu ve düşüncelerinde de İslâmiyetin esaslarına uygun hâle getirdiler. İslâmiyet, bâzılarının öne sürdüğü gibi Türk milletinin varlığını eritip yok etmedi. Tam tersine Müslüman olmayan eski Balkan ve Avrupa Türkleri kısa zamanda milliyetlerini kaybedip, Avrupa milletleri içinde eriyip Hıristiyanlaşmışken, Müslüman Türkler İslâmiyetle bugüne kadar Türklüklerini muhâfaza ettiler. Ne zamana kadar? Osmanlının son zamanlarına kadar. Osmanlı Devletinin son yıllarında Türkler arasında da yayılıp genişleyen Avrupaî ırkçılık, ilk defa Yusuf Akçura siyâsî bir hareket olarak ortaya koydu. Irka dayalı bir idâre kurulması gerektiği düşüncelerini ileri sürdü. Türkçülük olarak bilinen ve 1908'den sonra güçlenen bu harekete, Türk Yurdu dergisiyle öncülük etti. Türklükle ilgisi olmayan Ziya Gökalp, Ağaoğlu Ahmed Bey gibi yazarlarca Türkçülüğün fikrî temelleri ortaya konuldu. Bu Osmanlının temeline dinamit koymak demekti. Bunun için de ırçılık hareketi altı asırlık Osmanlıyı parçaladı, tarih sanesinden silinmesine sebep oldu. Dinimize göre insanlar yaratılışta eşittir. Bu eşitlik, zenginlik, mevki-makam, dil, renk, ırk ayırımı gibi unsurlarla üstünlük sağlanmaya çalışılırsa eşitlik bozulur cemiyette huzur kalmaz. Çünkü üstünlük bunlarda değil, takvada, güzel ahlâktadır.