"Aynâ-i merdıyye"sine kavuştu!..

A -
A +

Dünden devam Genç, rüyasında, gösterilen yönde ilerlerken gördüklerini şöyle anlatır: Bana va'dedilen "Aynâ-i merdıyye"ye kavuşmak için inlerken öyle güzel bir yere vardım ki, daha önce gördüğüm ırmak ve çevresini unuttum bile... Irmaktan berrak bir süt akıyor... Anlatacak kelime olmadığı için süt diyorum... Aslında sadece isim benzerliği var. Öyle güzel bir yer ki.. Yine karşımda birbirinden güzel hûriler... Aman Allahım, ben daha öncekileri güzel zannediyormuşum. Demek ki güzellik bunlardaymış... Şaşkınlığım geçmeden, yine beni göstererek fısıldaştıklarını duydum: "İşte Aynâ-i merdıyye'nin efendisi geldi." Yoksa bunlardan biri miydi Aynâ-i merdıyye... Çekinerek sordum: - İçinizden hangisi Aynâ-i merdıyye... "ÖZÜR DİLERİZ..." Yine aynı hayâl kırıklığına uğradığım cevap: - Özür dileriz... Biz onun ancak hizmetçisi olabiliriz... Onu görmek isterseniz, biraz daha ilerlemeniz lâzım... Biraz daha yürüdüm. Yine bir nehir ki, bu defa, bal renginde, şeffaf mı şeffaf, insanın yüreğine ferahlık verecek derecede hoş bir ırmak ve çevresinde, bütün gördüklerimden daha güzel bir çevre vardı... Ben çevrenin güzelliğine dalmışken, karşımda el pençe divan duran hûrileri görünce, kendi kendime, "Yoksa güzellik denilen şey bu muydu?" dedim. Bu hûriler de aralarında aynı sözü mırıldanıyor, birbirlerine beni göstererek müjde veriyorlardı: "İşte Aynâ-i merdıyye'nin efendisi geldi." Sevinçten nutkum durmuş, gördüğüm güzellik karşısında bayılacak derecede heyecanlanmış olarak sordum: - Hanginiz Aynâ-i merdıyye? Cevap yine aynı: - Estağfirullah!.. Biz onun ancak hizmetçisi olabiliriz... Onu görmek isterseniz, biraz daha ilerlemeniz lâzım!.. Artık kendimde değildim. Dayanamaz hâle gelmiştim ki, karşımda bir köşk belirdi... Bir ikram, bir iltifat ki, hiçbir sultan böyle iltifat, böyle bir karşılama görmemiştir... Beni içeri kabûl ettiler... İnci ve yakuttan yapılmış, ama aslâ anlatamayacağım güzellikte bir taht vardı... Gözlerim kamaşmış, etrafımı göremiyordum... Biraz sonra kendime geldiğimde, baktım ki, tahtta bir sultan hanım oturuyor. Bunu görünce, o zaman hakîkî güzelliğin ne olduğunu anladım... Ama anlatmam mümkün değil. Çünkü hiçbir lisan, o güzelliği anlatamaz. Akıl, mantık, hayâl durur!.. Ben kendimden geçmiş ve konuşamaz hâldeyken, şu inci misâli sözler yayıldı etrafa: - Merhaba ey Allah dostu! Bize gelme zamanın yaklaştı. Yakında şehîd olup buraya geleceksin. Ben de senin hizmetinle şerefleneceğim. "ACELE ETME SABIRLI OL!" Kendimi toparlayıp yanına biraz daha yaklaşmak istediğimde: - Hele biraz daha sabret! Acele etme! Daha dünyadan ilgini kesmedin. Sen hâlen dünya ehlisin. Ben ise âhiret ehliyim. İnşâallah bugün, dünya ile ilgin kalmayacak, iftârı bizimle beraber yaparsın. Bundan sonrasını Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri şöyle anlatır: Bu rü'yâyı anlatan genç daha sonra bana, "İşte sayıkladığım isim budur" dedi. Gencin sözleri yeni bitmişti ki, bize doğru gelmekte olan Bizans askerlerini gördük. Hemen askerleri toparlayıp hücuma geçtik. Bu genç en önde kılıç sallıyordu. Kısa bir mücâdeleden sonra, Bizans askerlerini temizledik. Sonra gördük ki, bu genç tam dokuz Bizans askerini öldürmüş, onuncusu ile savaşırken şehîd düşmüş. Yanına vardım. Kanlar içerisinde yatıyordu. Biraz önce anlattıklarını hatırlayıp, kendisine gıpta ile baktım. Gülümsüyordu, ölmüş gibi değildi. Yüzünde emsâlsiz bir güzellik vardı. Çünkü, "Aynâ-i merdıyye"sine kavuşmuştu... Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri buyurdu ki: "Muhakkak ki her şeyin bir kestirme yolu vardır. Cennet'in kestirme yolu da cihâd yapmaktır; İslamiyeti doğru olarak yaymaktır!" (Cihad; silahla, yayınla, nasihatle ve dua ile olmak üzere üç şekilde yapılır. Birincisini devlet yapar. İkincisini âlimler yapar. Üçüncüsünü herkes yapar. Üçüncüsü herkese farz-ı ayndır, diğer ikisi ise farz-ı kifayedir.)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.