Günümüz insanı, bela ve musibetlere karşı çok dayanıksız ve sabırsız. Başına bir iş geldiğinde hemen isyan ediyor. Bu isyan sıkıntının gelmesine sebep olan insanlardan başlayarak Cenab-ı Hakka kadar uzanıyor. Halbuki, akıllı bir insan, kârını zararını bilen bir insan, başına bir belâ gelince, sabrettiği ve metânet gösterdiği takdirde elde edeceği sevâbı düşünür. Bir musîbete mâruz kalan ve Allahü teâlâ için sabır ve tahammül gösteren kimse, o derece sevâba nâil olur ki, kıyâmet gününde, kendisine niçin daha fazla bela ve musibet verilmediği için üzülür. Çünkü, Allahü teâlâ, bir musîbete düçâr kalıp da sabır ve tahammül gösterenlere büyük sevaplar vereceğini bildirmiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Yemin olsun, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden yana eksiltme sûretiyle imtihan edeceğiz." "Sabredenlere lûtuf ve keremimi müjdele. Ki onlar, kendilerine bir belâ geldiği zaman, "Biz dünyada Allaha teslim olmuş kullarız ve biz âhirette de ancak ona döneceğiz!" diyenlerdir. Onlar var ya, işte Rablerinden mağfiretler ve rahmet hep onların üzerinedir ve onlar, doğru yola erdirilenlerin tâ kendileridir." Resûlullah, oğlu İbrâhim vefât ettiği zaman ağladı, gözlerinden yaşlar aktı. Bu durumu gören sahâbeden bazıları sordular ki: "Ağlamaktan bizleri men etmemiş miydiniz?" Resûl aleyhisselâm şöyle cevap verdi: "Hayır. Ben böyle ağlamayı yasaklamadım. Gözyaşı dökmeyi yasaklamadım. Ben feryâd-ı figân etmeyi, bağırıp çağırmayı, ağıt söylemeyi, yırtınıp-dövünmeyi, üstünü başını yolmayı, şeytan sesini ve müzikli mersiyeyi yasakladım. Zîrâ bunlar, birer oyundur, oynaştır, şeytanın çalgısıdır. Benim bu ağlayışım ve gözyaşı döküşüm ise bir rahmettir ki, şânı yüce olan Allahü teâlâ onu merhametlilerin kalblerine koymuştur. Hem, merhamet etmeyene merhamet olunmaz..." Hasan-ı Basrîhazretleri buyurdu ki: Allahü teâlâ hatâ olarak veya unutarak yaptıklarımızı bağışladı. Bize, hoşlanmayacağımız, yâhut gücümüzün yetmeyeceği şeyleri teklif etmedi. Normal zamanlar için harâm kıldığı birçok şeyi zarûret hâllerinde helâl saydı. Bize beş şey verdi: 1-Bize dünyayı fazlından verdi, borç olarak geri istedi. Ahlâkımızı güzelleştirmek için dünyada her ne amel yapar, O'na verirsek, O, bunun karşılığını bize bire on, bire yediyüz olarak verir. Bundan başka vereceklerini de hesâba katmaz. 2-Bizi, hoşlanmayacağımız bir şeye mâruz bırakır. Biz de buna sabreder, tahammül gösterirsek bu vesîleyle, O da bize mağfiretler ve rahmet verir. Nitekim Allahü teâlâ buyurur: "Onlar var ya, işte Rablerinden mağfiretler ve rahmet hep onlaradır ve onlar, doğru yola erdirilenlerin tâ kendileridir." 3-Şükredersek ni'metini artırır. Nitekim yüce Allah buyurur: "Yemîn olsun, şükrederseniz elbette ni'metimi artırırım. Yemîn olsun, nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz, benim azâbım gerçekten çetindir." 4-Bir kimse, ne kadar büyük günâh işlese de, sonra tövbe istiğfâr etse, Allah onun tövbesini kabûl eder. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurur: "Şüphesiz ki Allah, hem çok tövbe-istiğfâr edip günâhlardan dönenleri, hem de kötü ahlâktan temizlenenleri sever." Ölüm ve musîbet ânında "İnnâ lillâh..." demek yalnız ümmet-i Muhammede mahsûstur. "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci'ûn!" Yanî, hepimiz Allahın emrinde ve dileği altındayız ve hepimiz O'nun huzûruna çıkacağız! Bizler, O'nun yardımı ile, O'nun kazâsına râzı olduk, demektir. Bekara sûresi yüzellialtıncı âyetinde meâlen, "Mü'minlere bir sıkıntı gelince, innâ lillâh ve innâ ileyhi râci'ûn derler" buyuruldu.