Dün, neticeyi beklemeden erken karar vermenin yanlışlığından bahsetmiştim. Bir başka önemli yanlışlarımızdan biri de, başımıza bir iş gelince, sanki dünyanın sonu gelmişçesine yıkılmamız, perişan hale düşmemiz; başka bir ifadeyle Allaha tevekkülü bırakmamızdır. Halbuki beterin beteri vardır. Bunun için daha beteri gelmediği için şükretmek ilk işimiz olmalıdır. İsterseniz bugün de bu konu ile ilgili geçmişten bir hikaye nakledeyim sizlere: Aylarca işsiz kalan Derviş Mehmet, o akşam yine eli boş olarak evine döner. Bu halini gören hanımı öfkelenip kapıyı açmaz. Gidecek yeri olmadığından Şeyh Efendinin dergahına sığınır. Şeyh, sohbet esnasında; "beterin beteri vardır, insan içinde bulunduğu duruma şükretmeli" der. Zavallı Mehmet içinden şöyle geçirir. "Sevenlerin etrafında, keyfin yerinde... Elbette içinde bulunduğun duruma şükredersin, ya ben ne yapayım?" Şeyh Efendi, Mehmet'e döner "Evlat, beterin beteri vardır. Sen yine de durumuna şükret." der. Mehmet cevap vermez ama ikna da olmaz. Bu sırada akşam olmuştur. Herkes köşesine çekilince Mehmet de dergahtan çıkıp tenha bir yerde kıvrılır. Uyumaya çalışırken zaptiyeler tarafından hırsız diye yaka paça götürülür nezarete atılır. Sabah olunca Şeyh Efendi ziyaretine gelir. Mehmet feryat eder; "Nedir bu başıma gelenler? Önce işten kovuldum, sonra evden... Şimdi de..." Şeyh sözünü böler; "Allah beterinden saklasın evlat, dua et daha kötüsü olmamış." der. O gece nezarette kavga çıkar. Kavganın sebebi soruşturulduğunda kimse makul bir cevap veremez. Ancak kavganın, Mehmet geldikten sonra çıktığını gören zaptiyeler, zavallıyı kavgayı başlatmakla suçlayıp tekme tokat tek kişilik bir hücreye atarlar. Sabahleyin Şeyh Efendiyi karşısında görünce ağlamaya başlar. Şeyh Efendi aynı cevabı verir; "Şükret ki daha kötüsü olmamış. Tut ki sabretmedin. Eline ne geçecek?.." Derviş'in öfkeden kanı beynine sıçrarsa da bir şey diyemez. Şeyhi gidince ortalığı birbirine katar. Bağırıp çağırır, hücre kapısını tekmeler. Gürültüye gelen zaptiyeye de hakaret edince hem sopa yer, hem de "Bu herif yalnızlıktan sıkılmış olmalı" diyerek yanına başka bir tutukluyu koyarlar. Sabah olunca Şeyh, tekrar ziyaretine gelir. "Ooo... Ne kadar güzel... Bir de arkadaşın olmuş. Yalnızlık çekmezsin." Derviş Mehmet, "Böyle arkadaş olmaz olsun Efendim... Herif leş gibi kokuyor." Bir kaç saat sonra Mehmet'in arkadaşı hastalanır hem kusmaya, hem de altına kaçırmaya başlar. Mehmet bunu, hücrede yine tek başına kalabilmek için bir fırsat bilerek görevlileri çağırır. Görevliler durumun vahametini görünce; "Bundan sonra bu hücrenin temizliğinden sen sorumlusun" diyerek bir kova su ile bez verip giderler. Ertesi gün Şeyh Efendi karakolu ziyarete gelir. Hücre penceresinden baktığında ne görsün? Derviş Mehmet bir yandan arkadaşını ve hücreyi temizliyor, bir yandan da dua ediyor. "Ya Rabbi sana şükürler olsun, Ya Rabbi, beni daha beter durumlardan muhafaza et, Ya Rabbi bu hasta kuluna sen sıhhat ve afiyet ver..." Mehmet, Şeyhi görünce başını eğer; "Haklıymışsınız Efendim. Siz gidince bu adamcağız hasta oldu. Temizliğini de bana yaptırdılar. Düşündüm ki, ya bu adam ölürse halim ne olur? Beni cinayetle bile suçlarlardı veya buraya hiç uğramaz, adamın cenazesiyle kim bilir kaç gün daha burada tutarlardı." Şeyh Efendi gülümser, "Şimdi aklın başına gelmiş... Öyleyse sana bir müjde vereyim. Zaptiyelerin yanından geçerken duydum, gerçek hırsız yakalanmış. Geçmiş olsun!" der. Kaza ve kaderi değiştiremeyeceğimize göre, başa gelenlere sabretmekten, daha beteri gelmediği için şükretmekten başka çaremiz yoktur. Allah'a kulluk da bunu gerektirir zaten!..