Sultan Vahideddin Han'ın niyeti; İstanbul'dan mecburi bir ayrılıktan sonra kısa bir müddet Malta'da kalıp, ardından münasip gördüğü bir İslam ülkesine yerleşmekti. Bu maksatla bir müddet sonra buradan Hicaz'a gitti. Sahip olduğu hilafet üzerinde planlar yapıldığını görünce buradan ayrıldı. Mısır'a gitmek istedi. Mısır kralı kabul etmedi, Kıbrıs'a gitmek istedi, İngilizler razı olmadı. Çaresizlik içerisindeyken, velihad iken tanıştıkları İtalyan kralı Vittorio Emanuelle III'den haber geldi. "Saraylarımdan istediğinde otursun, bütün masrafları bana ait" diye. O ise, bir İslam halifesinin bir Hristiyan kıralının himayesine girmesinin uygun düşmeyeceğini düşünerek, "Bana sadece oturma izni versin, ben kendi masraflarımı karşılarım" diye haber gönderdi. Kral kabul etti, San Remo şehrinde Magnolia villasına maiyetiyle yerleşti. Ülkesinden ve halifeleri olduğu Müsmanlardan uzak garip bir halde üç seneden fazla burada kaldı. VARLIK İÇİNDE YOKLUK Bir gece akşam yemekten sonra yakınlarını toplamış onlarla sohbet ediyordu. Sohbete yatsı namazı için ara verilince, zevcesi Nevzad Hanım'a seslenerek: "Biraz safram kabarıyor, bana bir tas getir" dedi. Derhal getirilen tasa pek az miktarda ve sarı bir safradan ibaret istifra ettikten sonra: "Aman şu leğeni dök de odayı kokutmasın" demesi üzerine Nevzad Hanım leğeni döküp odaya döndüğü zaman Sultan Vahideddin Han'ı uzandığı şezlongunun üzerinde cansız buldu. (16 Mayıs 1926) Vefat haberinin yayılması üzerine Magnolia Villası'nın önü ana baba günü oldu. Gelenlerin çoğu San Remo esnafıydı; geliş sebepleri alacaklarını alabilmekti. Sultan Vahideddin Han, çok sevdiği vatanından ayrılırken yanında şahsî ve pek cüz'î mal varlığından başka bir şey götürmemişti. Elinde olmasına, dinen ve örfen bir mani bulunmamasına rağmen hazineden yanına bir şey almamıştı. Bundan dolayı aylardan beri elde avuçta takı, zînet adına ne varsa satılmış, bunlar da yetmemiş kasabadaki bakkala, fırına, kasaba... hayli borçlanmışlardı. Varlık içinde yokluk çektiler. Alacaklılar, borçlar ödenmedikçe cenazenin kaldırılmasına müsaade etmeyeceklerini bildirdiler. Bu maksatla yanlarında haciz memurlarını da getirmişlerdi. Sultanın cenazesi Şehzade Faruk ile Seccadecibaşı tarafından yıkandı ve tabuta yerleştirildi. Fakat, miktarı bile belli olmayan borçların alıcıları olan esnafın patırtısı gürültüsü villanın çevresinde ayyuka çıkıyordu. R. Cevad Ulunay bu olayın ayrıntısını şöyle aktarır: "O aralık içeriye gözyaşları içinde telaşla Hayreddin Ağa girdi: 'Efendim, esnaf yanlarında bir memur getirmişler, Efendimizin cenazelerini haczettireceklermiş!' dedi. Bu söz ortalığı altüst etti: 'Nasıl oluyor yahu, neredeyiz, bunlar nasıl medeni millet, ölü haczedilir mi?' Sözleri söyleniyordu. Tahir Bey: 'Edilir efendim, dedi. Bunlar öyle menfaatperest adamlardır ki, haklarını elde etmek için her vasıtaya başvururlar' dedi. "BAŞKA ÇAREMİZ YOK!" Ağa sordu: 'Peki o zaman, ne yapacağız?' Tahir Bey, 'Efendim' dedi. 'Biz cenazeyi bahçenin sarmaşıkla örtülü kısmındaki hiç açılmayan kapısından kaçıracağız. Başka çaremiz yok, zira alacaklılar bir santimlerinden vazgeçmiyorlar; bu kadar borcu karşılamaya imkânımız yok...' O curcuna içinde Sultan Vahideddin'in uzun süre evde mahsur kalan naaşı sandığa konularak hiç açılmayan bahçe kapısından kaçırılıp, arabaya konuldu. Bozuk kaldırımlar üzerinden istasyona ulaştırıldı. (Daha sonra borçları, kızı Sabiha Sultan ve yakınları tarafından ödendi.) Sultanın, tek arzusu, ezan sesini duyabileceği bir İslam ülkesine defnedilmesi olduğundan, 15 gün tabutunda bekletilen naaş Şehzade Ömer Faruk Efendi'nin refakatinde önce Beyrut'a ve oradan da Şam'a getirilip Sultan Selim Camii'nin bahçesine defnedildi." Bir garip ölmüş diyeler, Üç günden sonra duyalar, Soğuk su ile yuyalar! Şöyle garip bencileyin...