"Bir vâdi dolusu altını olan..."

A -
A +

Dün, üç ibretli olaydan demircinin başına gelenleri anlatmıştım. Bugün de, müezzinle, âmânın başına gelenleri anlatayım... Vezir, demircinin sırrını öğrendikten sonra, müezzinin bulunduğu câmiye geldi. Müezzizin devamlı minareye çıkıp inmesini şöyle anlattı: Bir gün, minâreye ezân okumak için çıkmıştım. Baktım şerefede iri, güçlü, çok da sevimli bir kuş var. Yanına yaklaştığımda, beni kaptığı gibi göklere yükseltti. Uzun bir yolculuktan sonra, eşi benzeri olmayan bir yere indirdi. Bulunduğum yerin, tarifi mümkün olmayan bir güzelliği vardı. Ben etrafın güzelliği ile kendimden geçmiş bir hâldeyken, birileri gelip beni bir saraya götürdü. Hayâl bile edemiyeceğim güzellikte bir saraydı bu. Sarayda beni bir kadın karşıladı. Kadının güzelliği karşısında hiçbir şeyi görmez oldum. Gözümü kendisinden ayıramıyordum. Kadın, benim bu şaşkınlığımı fark etti. Merakımı gidermek için şu açıklamayı yaptı: "Ben bu ülkenin hükümdarının kızıyım. Evlenmek için seni buraya ben getirttim. Fakat bu arada beklenmedik birşey oldu. Babam vefât etti. Bu hâldeyken seninle evlenmem uygun olmaz. Birkaç gün bekle, sonra nikâhımızı yapar evleniriz." Ben, hemen itiraz ettim: "Olmaz! Ben bekleyemem!" dedim. Kadın: "Ben de arzû ediyorum. Zâten seni buraya bunun için getirttiğimi az önce söyledim. Birkaç gün sabır etmeni istiyorum. Sadece birkaç gün." Ben bu sözleri anlayıp, muhakeme yapacak durumda değildim. Kadının güzelliği aklımı örtmüştü. Benim düşündüğüm tek şey vardı; bir an önce ona kavuşmak... "Olmaz. Ben bekleyemem!" diye direttim. Bunun üzerine, beni getiren kuşa kızgın bir şekilde emrini verdi: "Al bunu getirdiğin yere bırak gel! Amma da sabırsızmış. Ni'mete kavuşmanın ilk şartının sabretmek olduğunu bilmeyenden hayır gelmez" dedi. Ben hatâmı, sabırsızlığımın neticesini anlamış oldum. Fakat iş işten geçmişti. Perişân bir şekilde, minâreden indim. Evime giderken belki bir ümit, kuş tekrar gelmiştir, diye şerefeye baktım. Bir de ne göreyim, kuş orada değil mi? Hemen koşarak çıktım. Fakat kuş yine kayboldu. Tekrar aşağı indim. Yine kuşu gördüm. İşte bundan dolayı akşama kadar inip çıkıyorum... Vezir son olarak üç yol ağzındaki, gözleri kör adamın yanına gitti. Kendine niçin parayla tokat attırdığını sordu. Adam şöyle anlattı: Ben uzun yıllar, kervancıbaşı görevini yaptım. Bir gün kervanıma, on deve yüklü birisi katıldı. Yolculuk esnasında, bu yüklerin altın olduğunu anladım. Şeytan kanıma girip, niyetimi bozdurdu. Elime bıçağı alıp, yüklerin sahibinin yanına gittim. Adam benim niyetimi anlamıştı. Canını kurtarmak için, önce yükünün yarısını, sonra tamamını teklif etti. Ben kabûl etmedim. Adam çâresiz kalıp, bu defa da şu teklifte bulundu: "Beni öldürmezsen, kimseye yapmadığım bir iyiliği sana yaparım. Senin gözüne bir mil çekeyim. Yer altındaki bütün hazineleri görürsün. Zaten ben de bu altınları böyle elde ettim." Bu teklif hoşuma gitti. Kabûl ettim. Gözümün birine mili çekti. Artık bütün hazineleri görebiliyordum. Fakat buna da râzı olmadım, daha çok göreyim, daha çok altın toplayayım diye, diğer gözüme de mil çekmesini istedim. Adam dedi ki: "O zaman hiç göremezsin, gel sen buna râzı ol! Tamah etme!" Ben ısrar ettim. Bunun üzerine adam, "Benden günâh gitti" deyip, diğer gözüme de mili çekti. Artık dünyam kararmıştı. Bütün hazineleri görüyor, fakat bunun dışında başka bir şey görmüyordum. İşte dünya tamahı, altın hırsı, beni bu hâle getirdi. Kendimi dünyada bu şekilde cezâlandırıyorum. İnşâallah Cenâb-ı Hak da bu tövbemi, pişmanlığımı kabûl eder de, âhırette cezâlandırmaz... Resûlullah efendimiz ne güzel buyurmuş: "Bir vâdi dolusu altını olan, bir vâdi dolusu daha ister!"

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.