Belkıs'ın tahtını, "Ben gözünü yumup açmadan önce onu sana getiririm" diyen Süleyman aleyhisselâmın başveziri ve teyzesinin oğlu olan Âsaf bin Berhıyâ idi. Âsaf bin Berhıyâ, Süleyman aleyhisselâmdan önce nazil olan semavî kitaplara vâkıftı. İsm-i a'zamı da bilirdi. İsm-i a'zamla dua ettiği için de, duası kabul olurdu. Süleyman aleyhisselâm, Âsaf'ın bu sözü üzerine buyurdu ki: - Eğer bunu yapabiliyorsan, hemen getir! Âsaf kalkıp abdest aldı. İsm-i a'zamla Allahü teâlâya dua edip secde etti. Belkıs'ın tahtı bulunduğu yerden, bir anda Süleyman aleyhisselâmın kürsüsünün yanına geldi. Süleyman aleyhisselâm, Belkıs'ın Yemen'deki tahtını Kudüs'te yanında görünce, Allahü teâlânın halis kullarının âdeti üzere nimete şükür için dedi ki: - Bu Belkıs'ın tahtını o kadar uzak mesafeden, bu kadar kısa bir zaman içinde getirebilmek, bana Rabbimin lütfundan biridir. Rabbimin bu lütfu, Allahü teâlâya şükür mü edeceğimi, yoksa kendimi bu nimete lâyık görüp, nimetin hakkını eda etmekte kusurlu olmak suretiyle nankörlük mü edeceğimi imtihan içindir. Belkıs kafile ile Süleyman aleyhisselâmın yanına geldi. Süleyman aleyhisselâm, Belkıs'ın aklını tecrübe etmek istedi. Bunun için bir köşk yaptırdı. Köşkün billûrdan olan avlusunun altına su akıttı. İçine balık ve kurbağa gibi suda yaşayan canlıları attı. Avluya giren, suya girdiğini zannederdi. Belkıs'ın tahtının değiştirilmesini de emrederek buyurdu ki: - Tahtın altını üste, üstünü arkaya, arkasını öne getirerek şeklini değiştirin; kendi tahtı olduğunu anlayacak mı bakalım? Belkıs, maiyeti ile beraber Süleyman aleyhisselâmın huzuruna gelince, kendisine soruldu: - Bu taht senin midir? Belkıs baktığında, kendi tahtına benzetti. Hatta kalbinden; "Birbiri içinde ve yedi kat daire şeklinde muhkem ve etrafında nöbetçi ve muhafızlar bulunan tahtım, buraya nasıl gelir?" diye düşünerek, gördüğüne inanamadı. Tahtta değişiklikler de olduğundan, bilmek ve bilmemek arasında cevap verdi: - Sanki odur!..