Peygamber Efendimiz, yaşlılara hürmet eder, Eshabının da hürmet etmesini isterdi. Bu konuda, "Güçsüzlere, hastalara, yaşlılara ve küçüklere merhamet ediniz!", "Büyüklerimizi saymıyan, küçüklerimize acımayan bizden değildir.", "Yaşlılarımıza hürmet ve ikram, Allahü teâlâya saygıdandır.", "Bir müslüman kardeşine ikram eden, Allahü teâlâya ikram etmiş gibidir." ve "Bir genç, bir ihtiyara, yaşından dolayı hürmet ederse, onun yaşına varınca, Allahü teâlâ, ona gençleri hürmet ettirir" buyurdu. Her konuda vasatı, orta yolu esas alan Hz. Peygamber küçüğü korurken, onlara merhameti emrederken, büyükleri ihmal etmemiştir. Bilakis büyüklere saygıyı küçüklere sevgi ile birlikte zikrederek bunların birbirinden ayrılmaz olduğunu gözler önüne sermiştir. Mekke'nin fethinde Hz. Ebû Bekir yüz yaşına yaklaşmış olan babası Ebû Kuhâfe'yi Hz. Peygamber'in huzuruna götürdü. Hz. Peygamber "Yaşlı babanı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın, ben onu ziyaret ederdim" buyurdu. Hz. Peygamber'in yaşlı Ebû Kuhâfe'ye karşı bu nâzik davranışı Hz. Ebû Bekir'e karşı iltifatının yanında, yaşlı insanlara duyduğu saygının bir ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Efendimiz, dul ve yetimlerin haklarını korumaya da önem verirdi. Ensârdan bir zat öldü, geride bir dul hanım ve üç yetim kız bıraktı. Ölen kişinin hiç oğlu yoktu. Amcasının oğulları, onun malının tamamını aldılar. Dul kadına ve yetim üç kıza bir şey vermediler. Kadın, durumu Hz. Peygambere şikayet etti. Hz. Peygamber onlara adam gönderdi. Vârisler, malın kendilerine ait olduğunu söylediler. Çünkü Arap adetine göre, mirasa yalnız ölenin erkek akrabası vâris olurdu. Bu olay üzerine şu âyet-i kerîme nazil oldu: "Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır..." Hz. Peygamber hemen onlara haber gönderip, Allah'ın kadınlara da mirastan pay ayırdığını bildirdi. İslâmdan önce insanlar yetimlerin mallarını yerler, onların mallarından faydalanmak için yetimle evlenme, ya da onu oğlu veya kızı ile evlendirme yollarına başvururlardı. "Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar." Ve "Büluğ çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi niyetle yaklaşın" ayetleri nâzil oldu. Bundan sonra, onların mallarını yemek bir tarafa, yetimlerin mallarının kendi mallarına karışmamasına dikkat etmeye başladılar.